Fatih, İstanbul'u alacak, hiç bir fikir, hiç bir olumsuzluk onu inandığı yoldan alıkoyamıyor, İstanbul mutlaka feth edilecek. Denizler kapatılmış, o karadan gemilerini yürüttü,aşılamayan surlar için top döktürdü. Gemiler karadan denize indi,toplar duvarları yıktı,İstanbul düştü. Fatih,Bizansın komutanlarından Notaras'a sorar.
''Şehri bana neden teslim etmediniz, bakınız bu harabîye, bu felaketlere hep siz sebep oldunuz. Bunlar hep sizin mukavemetinizin neticesidir,'' dedi. Başvekil Notaras, boynunu büktü ve Sadrazam Çandarlı Halil Paşayı ima ederek:
''Efendimiz, şehri size teslim etmek ne bizim, ne de İmparatorun iktidarı dahilinde değildi. Bilhassa hizmetinizde bulunanlardan bazıları, muhasaranın (kuşatmanın) yakında kaldırılacağına dair haberler gönderiyordu'', dedi.
Fatih İstanbul'u almaya inanmıştı,onunla yattı,onunla kalktı, o İstanbul ile yaşarken sadrazam Çandarlı Halil Paşa davaya ihanet etti,iktidar hırsı ile yandı, ihanetinin bedelini kellesi ile ödedi.
Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik konumu gereği bölgesinde kilit bir ülke durumunda. Hiç bir zaman kendi ayakları üzerinde duracak kadar boş bırakılmaması gerektiğine inanılan önemli bir ülke. Türkiye'nin bağımsız politikası ve ekonomisi Fatih'in İstanbul sevdası gibi mutlaka elde edilmesi gereken bir gerçekliktir.Kim ne zaman niyetlenmiş ise bu hayali gerçekleştirmeye mutlaka aşılması güç engeller çıkartılmıştır karşısına, o engele direnen iç ve dış baskılarla orada boğulmuş,ülke için yapılan mücadele kara propagandayla vatan hainliği olarak gelecek nesillere aktarılmıştır. Engele yaklaşmayan başkalarının kontrolünde yaşatmıştır ülkesini.
Ülke yönetimi için iki şık vardır. Ya düzene karşı gelecek ülkene yeni bir yol çizeceksin. Yada çizilmiş yolda yürümeye devam edeceksin. Lozanda belirlenen yoldan ne zaman çıkılmak istense ülke içinde hareketlenme başlamıştır. İlk kullanılan argüman kendi iç siyasetin, eğer başarılı olamazsa dış güçlerin direk devreye girdiğini görmekteyiz. Musul-Kerkük, misaki milli sınırlarına dahil edilmek istendiğinde, din elden gidiyor diye başlayan isyanlar, savaştan yeni çıkmış ülkenin içe dönmesine neden olmuştu. Ülkeni kendilerine bağlamak istediklerinde ise bölüşümde dost, ideolojide zıt görüntülü devletlerin baskısı altında bırakıldı ülke. Kıbrıs'ta yapılan görüşmelerde sonuç çıkmayınca askeri operasyona başladığında ise ülkenin tüm dengelerini bozan ambargo ile ülke sarsıldı ve temel ihtiyaç malzemeleri için günlerce kuyruklarda bekletildi vatandaş. 90 lı yıllardan sonra terör başa bela edilmiş, bunun çözümü için mücadele eden herkes bir şekilde ortadan kaldırılmaya terör hızını artırmaya başladı.
2000 sonrası için hangi parti iktidarda olsa bu günkü eylemler yapıldığında aynı sonuçlar yaşanacaktı. Bu ülkenin kaderidir, ya bunu silmek için mücadele vereceksin yada bu cendereye girip yaşamaya çalışacaksın. Abd, Irak'a girmek için bizi kullanmak istedimi,istedi. Görüntü olarak devlet olaya olumlu yaklaşırken meclisten bu kanun çıkarılmadı,tek başına iktidar partisi destek verip çalışsaydı rahat bu yasa geçecekti. Bu tasarı geçmeyince ne ile karşılaştık, askerlerimizin başına çuval geçirildi, İsrail ile sürtüşme arttı, terör hortladı, barış süreci 13 askerin şehit edilmesiyle son buldu. Uludere olayı patlak verdi, Gezi olayları başladı, ardından 17 Aralık'taki gelişmeler ile ülke boğuşmaktadır.
Sistemin içerisinde kalıp kafanızı kaldırmazsanız eğer sadece bir terör, buna rağmen ekonomide büyüme olursa eğer ekonomik krizlerle olayı dengede tutup istedikleri gibi bu bölgeyi sömürmeye devam edecektirler. Peki tüm bunlar için kim kullanılacaktı işte burası çok vahim. Sürekli zorlamalara karşın ülkenin dengeleri bozulmayınca karşıt görüşlü unsurların eylemleri ile sonuç alınmaya çalışılmış gezi olaylarında olduğu gibi, bundan sonuç çıkmayınca , aynı görüşteki insanların birbirine düşürülmesi ile bir taş ile iki kuş vurulmuştur.
Bu vatan bizim bu topraklar üzerinde Çandarlı Halil olmaktansa imkansızı hayal eden Fatih olalım.