Yüce Rabbimiz Kur’anı Kerim’de Peygamber Efendimize hitaben “ fe e’rız anil câhilîn” Ey resulüm cahillerden yüz çevir buyurmaktadır. Bu emir aynı zamanda Peygamber Efendimize hitaben tüm Müslümanları kapsar. Hazreti Ali bir sözünde, Cahillerden dostun olacağına alimlerden düşmanın olsun buyurmaktadır. Cehalet insanlık aleminin en bük düşmanıdır. Efendimiz, cahil cesur olur buyurmaktadır. Gerçekten de cahil insanlardaki cesaret bilgili insanların on katıdır. Bilgili insan bir şeyi söylerken çok düşünür, ondan sonra söyler ki ağzından çıkan söz yanlış olmasın. Ama cahil insan öyle değildir işkembe-i kübrasından ne çıkarsa anında söyler, ya da etrafından ne duymuş ise onu konuşmaktan başka bir şey yapmaz. Dikkat ederseniz bilgisine güvenen âlimler kürsüde konuşurlarken çok sakindirler. Teker teker konuşurlar ki dinleyenler istifade etsinler; bilgisiz insanlar kürsülerde konuşurlarken ya bağırıp çağırırlar yada ağlayıp sızlayarak cemaati galeyana getirmeye çalışırlar.
Cahil insanlar hangi mesleği yaparlarsa yapsınlar sürekli bocalarlar. Konuştuklarını kimse ciddiye almaz. Bizim meslekte de durum böyledir. Dikkat ederseniz, bu şehirde son on yılda DENGE gazetesinin dışında hiç bir gazetenin haberlerine istinaden Cumhuriyet Savcılıkları operasyon yapmamışlardır. Ama DENGE gazetesinin haberlerine istinaden Süpürge operasyonu yapıldı, eski Yimpaş’ın bitişiğindeki otopark fuzuli şaki pozisyonundakilerden kurtarılıp İlkadım Belediyesi’ne verildi, bir sürü insan tutuklandı, hâlâ daha davası devam ediyor. Kızılay’la ilgili yaptığımız haberlerden ötürü Cumhuriyet Savcılıkları operasyon yaptılar, tutuklamalar oldu, nihayetinde Kızılay yönetim o dosyaya istinaden görevden alındı. Yine yaptığımız haberler nedeniyle İlkadım Belediyesi’ne ait otoparkın bir müteahhide verilmesi olayında Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı yanlış imar uygulamaları ve satışlar nedeniyle insanlar tutuklandılar, üç yıl hapis cezası alanlar oldu. Aynı şekilde eski Gazi Belediyesi’nin Meskenler’de kiraya verdiği spor tesislerinde yapılan usulsüzlüklerle ilgili haber yaptık olay mahkemeye intikal etti, edinimin fesadı davası açıldı mahkeme devam ediyor.
Bunları yaparken ödediğimiz bedelleri herkes biliyor. Saldırılara uğradık, vurulduk, vurduk, içeri girip hapis yattık, çetelerle mücadele ettik, siyasetçilerle mücadele ettik ama hiç yılmadık, asla da yılmayacağız. Zaten gazeteyi kurma amacımız da buydu, basın camiasında kimsenin doğruları yazmadığından veya yazamadığından biz DENGE gazetesini kurmak zorunda kalmıştık, hamdolsun dokuz yıl önce ne dediysek dokuz yılın sonunda da aynısı söyleyerek yolumuza devam ediyoruz. Be şehir öyle enteresan bir şehir ki anlatamam. Hani yetmişiki buçuk çeşit millet var derler ya işte bu şehirde bu yetmişiki buçuk çeşit milletin hepsinden var maşallah. Doğruları konuşmak, yazmak, çizmek bir yana dursun adamlar yaşadıkları berbat hayatları öyle kanıksamışlar ki doğru dürüst hayat yaşayanları suçlu ilan edebilecek kadar ileriye gidebilecek cesareti kendilerinde bulmuşlar.
Dilerseniz konuyu biraz açalım. Benim ailem bu şehre 1973 yılında geldi ama eğitim öğretimimiz nedeniyle, zaman zaman başka şehirlere gidip geldikten sonra 1984 yılından itibaren iş hayatının içersinde bizatihi olmaya başladım. İlk zamanlar kendi ekonomik durumumu düzeltmeye uğraştıktan sonra doksanlı yılların ortasından itibaren sosyal ve siyasal hayata girmeye başladım. Aslında ilk iş hayatına girdiğim yıl olan 1984 yılında Yavuz Selim Vakfı’nın Samsun şubesini kurdum ancak şehrin İslami Baronları yaşatmadılar. Daha sonra 1988 yılında benim irademin dışında İmam Hatip Lisesi’nin Okul aile Birliği Başkanı yapıldım. Sırasıyla dernek başkanlığı, vakıf yöneticiliği ve daha sonra da siyasete girdik. Sosyal ve siyasal hayata girdikten sonra bu şehirde doğruları savunmanın ve yaşamanın ne kadar zor olduğunu görünce bir hayli üzüldüm. 1994 yılında yapılan yerel seçimlerde Ahmet Okuyucu’nun İlkadım Belediye Başkanı seçilmesinin ardından biz de Refah Partisi İl yönetimine girdik. Siyasete girdikten sonra şehrin arka planında olanları daha açık ve net görmeye başlayınca başımı iki elimin arasına alıp ne yapmalıyım diye düşünmeye başladım. Uzun bir süre düşündükten sonra ya bu deveyi gütmeliyim ya da bu diyardan gitmeliyim dedim. Deveyi gütmek için iki şeye ihtiyaç vardı. Birincisi ekonomik güç, ikincisi ise basın gücüydü. Peki, sadece ekonomik güç yeterli miydi derseniz elbette değildi, zira çocukların eğitimi, aileye karşı sorumluluk, şehrin egemen güçleriyle yapılacak mücadelede karşılaşılacak sorunlarda alınması gereken tedbirlere dek bir sürü sorunu halletmem gerekiyordu.
Bu işlerin seyrini ben değil, samimşyetime göre Rabbim yönetecekti. Ama ben bana düşeni yaptıktan sonra takdiri O’na bırakacaktım ve bu minvalde yola koyuldum. İşin garibi bu işleri yaparken yanımda kimsenin olmayacağını da çok iyi biliyordum, kimsenin yanımda olmasını beklemediğim gibi kimseye de kızmıyorum. Sadece şunu bekliyordum, en azından karınca misali haklısın ama yapabileceğimiz bir şey yok demeleri yeterliydi ama maalesef o da olmadı. Refah Partisi yönetimine girmemizin ardından ilk sıkıntı Parti İl Yönetimiyle İlkadım Belediye Başkanı olan ahmet okuyucunun kavgaları oldu. Bu kavgalarda ilk önce İl Başkanı olan kişiden yana tavır koymuştum ama daha sonra partinin Genel Merkez Müfettişleri gelip de bize olayın arka planını anlattıklarında olayın çok farklı bir boyutta olduğunu öğrenip Ahmet okuyucu Başkanla görüşmeye karar verdik.
Ahmet Okuyucu’yla yaptığımız görüşmenin ardından o kadar enteresan şeylere şahit olduk ki aklınız şaşar. Refah Partisi’nden meclis üyesi seçilip başkan yardımcısı yapılan kişi belediyede tüm yetkileri eline almış, kafasına göre bir ekip kurmuş, astığı astık, kestiği kestik. İl Başkanı da onu destekliyor, zavallı Okuyucu sıkışmış kalmış. Durumun vahametini görünce biz Okuyucu Başkan’ın yanında yer aldık, Okuyucu Başkan bu kişinin başkan yardımcılığından alınması için parti genel merkezine müracaat etse de il başkanının desteği başkan yardımcısından yana olunca sonuç alamadı. Bunun üzerine kendi inisiyatifini kullanıp başkan yardımcılığı görevinden aldı o kişiyi. Almasına aldı ama öyle enteresan şeyler yapmaya başladılar ki aklınız şaşar. Önce Okuyucu’nun başkanlık makamına baskın yapıldı. Ardından meclis üyeleri toplanıp bütçesini geçirmemek için kararlar alındı, ardından Refah Partisi kapanmadan kısa bir süre önce partiden atılması için çalışmalar başlatıldı ama parti kapanınca ömürleri vefa etmedi.
Bu süreçte şunu gördüm ki hak ile batıl her dönemde mücadelesini yapacak, batıl olan kişilerin partisi, imanı, inancı menfaat birlikteliğidir, bunun dışında kim ne derse desin bana hikâye gelir. Bu arada yeni kurulan Fazilet Partisi’nden okuyucuyu aday yapmadılar biz de kızıp Şemsiye partisinden O’nu aday yaptık. Kazanamadık ama çok büyük bir oy alarak Fazilet Partisi’nin kaybetmesini sağladık, zaten amaç da oydu. Karşımızdaki ekip soluk almadan çalışmaya devam ediyordu, içlerinde o kadar enteresan insanlar vardı ki aklınız şaşar, adamların bize hedef seçmelerinin tek nedeni dürüst oluşumuz, başka hiç bir şey yok.
Karşımızdaki ekip bir tv kanalı kurdu. Daha sonra kanalı Okuyucu’nun başkan yardımcılığından attığı kişi aldı. Kanalı başkan yardımcılığından attığı kişi almadan önce de sürekli Okuyucu başkanın aleyhinde yayın yapıyordu, sahibi de daha sonra milletvekili olan Cemal Yılmaz Demir’di.
Bilahare kanalı Okuyucu’nun başkan yardımcılığından attığı kişi alınca merhum Muzaffer Önder’i desteklemeye başladı, zaten meclis üyeliği döneminde de Okuyucu’ya karşı onunla işbirliği yapıyordu, biz bu arada işimize gücümüze bakıp ekonomik bakımdan toparlanmaya çalışıyorduk. Nihayetinde 2004 yerel seçimlerinde Canik’ten meclis üyesi seçilince Osman Genç ve ekibi AK Parti’yi basıp bizimle ilgili olmadık tezviratları yapıp bizi oradan sildirmeye
Çalıştılar. Hatta istifamız istendi biz yapmayınca yapacak bir şeyleri kalmadı. Seçim olup bittikten sonra biz aynı zamanda Büyükşehir Belediyesi Meclis üyeliğine de seçildiğimizden Canik meclisi ile çok fazla ilgilenmedik. Bizi o meclise yazanların asıl gayesi Osman Genç’le bizş kavga ettirmekti ama biz hiç oralı olmayıp Büyükşehir Meclisi’ne ağırlık verdik. Sadece bir kez güç denemesi yaptım, Mustafa Erbay’ın başkan yardımcılığına atanması ile ilgili ağırlığımı koydum ve atanması yönündeki meclis kararını olumsuz çıkardım. Ama daha sonra çıkan 5393 sayılı Belediyeler Kanunu meclis üyelerinin başkan yardımcılıklarına atanmalarını meclis kararı olmaksızın direk başkanların yetkisine verince ataması yapılmıştı.
Büyükşehir Meclisi’nde yaklaşık dört yıldan fazla bir süre grup başkan vekilliği, Belediye Başkan Vekilliği ve Encümen üyeliği yaptım. Bu dönemde Vezir Hazretleri’ne karşı en ufak bir yanlışım olmadı, hatta ona verdiğim desteği kendisi de çok iyi bilir. O dönemde benim en önemli görevim Meclisteki evraklarla ilgilenmek, partiden gelen talepleri karşılamak ve siyasi entegrasyonu sağlamaktı. O dönemde ne kadar ezildiğimi, ne kadar üzüldüğümü, ne kadar çile çektiğimi bir ben bilirim bir de Allah bilir. Bir yandan Milletvekillerinin çekememezlikleri, bir yandan kayınçomun fevri davranışları, bir yandan il yönetimindeki Cemal’in adamlarının 24 saat görevden alınmam için verdikleri uğraş, günümün nerdeyse 20 saati bu işlerle geçiyordu. Kendi işlerimi bırakıp sadece siyasetle uğraşmak zorunda kaldım. Allah sizi inandırsın gelen taleplerin partilisine, partisizine, karşımda olup olmadığına bakmaksızın tamamına olumlu veya olumsuz cevap veriyordum, yüzde doksanını da çözüyordum, çözemediklerime de neden çözemediğimin hesabını veriyordum.
Bu arada Samsunspor kulübüne de yardım topluyorduk ağırlıklı olarak o iş bana ve merhum Kenan Bey’e verilmişti. Vezir Hazretleri’ne bizi bu işe bulaştırma diye ne kadar yalvarsak da fayda etmedi. İş adamlarından Samsunspor kulübüne yardım topladığımız gibi belediyenin ihtiyacı olan makine parkını karşılayabilmek için iş makineleri de alıyorduk. Ama siyasi rakiplerimiz dışarıdan değil parti içersindendiler ve pek çoğu yukarıda belirttiğim insanlardan oluşmaktaydı. 2007 yılına geldiğimizde sürekli beraber olduğumuz siyasetçilerin başında Suat kılıç vardı, bize yapılan operasyondan bir hafta ince Çarşamba’daki Halit Cebir kardeşimizin oğlunun düğününe gitmeden önce akşam yemeğini yemek üzere Sevgi Kafe’ye gitttik, masada Erdoğan Tok, Suat Kılıç ve ben vardık. Suat Kılıç bana aynen şunu söyledi “Yakında bir operasyon yapılacak, konu Samsunspor olacak ama sen de bu işin göbeğindesin, haberin olsun” deyince kendimden emin olduğum için “Benim veremeyecek hesabım yok, sorun değil” dedim.
Aradan bir hafta geçince bir sabah erkenden beni sekreterim aradı, Belediye’yi askerlerin bastığını, beni de aradıklarını söyleyince üzerimi giyinip gittim. Vezir Hazretleri’nin odasına çıkınca onu da bir hayli üzüntülü gördüm, dönemin cumhuriyet Başsavcısı olan Ahmet Gökçınar’ı arayıp olayın ne olduğunu sordu,O da önemli bir şey yok sadece ifadelerine başvuracağız Atakum’daki Garnizon Komutanlığı’na gidip ifade versinler dedi. Kenen Bey zaten gitmişti, ben de peşinden aracıma binip gittim. Gitmesine gittim de bize söylenenle orada karşılaştığımız o kadar farklı idi ki anlatamam. Beni karşılayan askerler anında üzerimdekileri çıkarmamı ve haklarımı söyleyince olayın vahametini anladım ama kendimden emindim.
Nihayetinde biz orada üç gece kaldık. Ben tam yedi saat ifade verdim, konu tamamen Samsunspor’a toplanan yardımlar ama ben çok rahat olduğumdan sorgumu yapan asker adeta çıldırdırmıştı. İşin enteresan tarafı sorguyu yapan asker ısrarla bana diyordu ki sen ben vekilim asilin verdiği talimatı uyguladım de çık bu işin içerisinden demesine rağmen ben bir kez olsun Vezir Hazretleri’ni satmadım ama sonradan yanlış yaptığımı anladım. Pişman mısın derseniz, hayır değilim; ben bana yakışanı yaptım, o da kendisine yakışanı yaptı, sorgumuzun ardından bizi tutuklanmamız talebiyle nöbetçi mahkemeye sevkettiler. Mahkemenin hâkimi de Alevi kardeşlerimizden bir hâkim. O hâkimin seçilmesi de manidar tabi ki ama adam çok tarafsız bir duruş göstererek bizi serbest bıraktı. Aradan iki gün geçince Cumhuriyet Başsavcısı’nın itirazı sonucunda Ahmet Akyüz’ün başında bulunduğu mahkeme O’nun kararı ile beni ve Kenan Bey’i tutukladı. Bu tutuklama ile ilgili perde arkasında yaşananları da zamanı geldiğinde yazacağım.
Merhum Kenan Bey’le benim tutuklanmamızın ardından soruşturma devam ediyordu. Askerler sürekli olarak Belediye’den evrak istiyorlar ama belediye vermemeye çalışıyordu. Olay bize intikal edince merhum Kenen Bey’e dedim ki “Bak Kenan Bey bu işte bir bit yeniği var, sen kendi el yazınla Sefer Bey’e yaz o belgeleri yolasın yoksa biz gereğini yapacağız”. O da dediğimi yaptı ve yazdı ama yine evraklar verilmeyince enteresan bir gelişme oldu. Samsunspor’a toplanılan paralarla ilgili bir yanlış bulamayınca olayı ihaleye fesata çevirmek istediler ama o evraklarda ne benim ne de Kenan Bey’in imzası vardı. Bunun üzerine biz dedik ki, kardeşim evraklarda kimlerin imzaları varsa onlara sorun, bizi ilgilendirmez, bunun üzerine Sefer Bey’i de tutuklayıp yanımıza getirdiler. 95 günlük süreçten sonra ilk mahkemede bizi tutuklayan Ahmet Akyüz’ün Başkanı olduğu ağır Ceza Mahkemesi’nde serbest bırakıldık. Ancak bu arada tüm gazeteler bizi, şehrin ali diboları ilan etmişti, biz de paramızla bir sahifelik ilan verelim dedik. Sadece Hayati Kaynar kabul etti ama ona da Vezir Hazretleri izin vermeyince olmadı. İlk açık görüşümüzde ziyaretimize gelen oğlum bana ve Kenan Bey’e dedi ki, sizin iki alternatifiniz var ya bu şehri terk edin ya da gazete kurun… Ben de kendisine dedim ki, oğlum bizim bu şehri terk etmemiz için malı götürmüş olup alın şehir sizin olsun demiş olmamız lazım. Peki biz kıçımızdaki donumuza kadar her şeyimizin hesabını verdik mi, evet verdik o zaman gazete kuracağız ama Kenan amcana söyle onu ikna edemiyorum dedim. Allah var Kenan Bey de tamam demişti ama çıktıktan sonra Vezir Hazretleri ilk önce olur verse de daha sonra şehrin Ali Diboları onu Yelken Kulüp’te ağırlayıp ikna ettiler ve vazgeçti. O vazgeçince merhum Kenan Bey de vazgeçti. Ben de o yüzden O’nun ismini Kayıkçıbaşı verdim, çünkü Vezir’in kayığına bindi. Bindi de ne oldu derseniz, benden beş yıl fazla orda kaldı. Bana yaptığının aynısını O’na yaptı, Onu da sokağa koydu. Aslında ben isteseydim beni sokağa koymuyordu. Ama şartları O belirleyecekti. Ben de dedim O’na ki, ben oturduğu koltuktan kişilik alan değil, o koltuğa kişilik veren biriyim asla başkalarının şartlarında çalışmam, dedim ve Cumhuriyet Meydanı’nın oradaki alış veriş merkezinin tam ortasında yapılacak olan iki katlı binaya hayır verdiğim için ben sokağa koydu, ben de çok mutlu oldum, çünkü o gitti diyemedi.
Gelelim mahkemenin sonucuna. Mahkeme 2014 yılının mart nisan aylarında bitti. Tüm belediyeler beraat etti. Ancak bazı kişiler ceza aldı. Bir de ben, Vezir Hazretleri ve erhum Kayıkçıbaşı Samsunspor kulübüne topladığımız yardımlar ve Belediye’ye aldığımız bazı iş araçları için görevi kötüye kullanmak suçundan dosyamızın ayrılarak İçişleri Bakanlığından soruşturma izini alınmasına karar verildi. Yani bütün Belediye meclis üyeleri, Belediye Başkanları ve memurlar beraat etti sadece başka bir kaç kişi ceza aldı,zaten Cumhuriyet Savcısı Beraat talep etmişti.
Şimdi gelelim bilgisi, belgesi ve malumatı olmadan işkembe-i kübralarından atan bazı cahil insanların ortaya attıkları iddialara. Efendim neymiş mahkemenin hâkimi Adalet Bakanlığı’na davayı bozma talebinde bulunmuş, böyle bir şeyin olması Hukuk tekniği bakımından mümkün değil, dava bitince ya davalılardan birisi veya ceza talep eden Cumhuriyet Savcısı üst mahkemeye itirazda bulunur, Adalet Bakanlığı’na böyle bir itirazda bulunma hakları yoktur.
Bu mahkemede ne oldu derseniz, davada ceza alan bazı kişiler cezalarına itiraz ettiler o kadar. Bir de Vezir Hazretleri, ben ve Kayıkçıbaşı’nın Samsunspor’a topladığımız ve Belediye’ye aldığımız bazı araç gereçle ilgili İçişleri Bakanlığı’ndan yargılanma iznimizin çıkması talep edilmiş ki normaldir, İçişleri Bakanlığı da zaten o izni verir, onda da sorun yok.
Peki, biz görevi kötüye kullanma suçundan ceza alır mıyız derseniz, o mahkemenin işi, ancak bizim kursağımızda tek bir lira olmadığına göre çok rahatız. Samsunspor’a topladığımız para ve Belediye’ye aldığımız araç gereçler için bize ceza verilecekse bu ülkede ceza almayacak başkan ve siyasetçi kalır mı onu da merak ediyorum. Samsunspor için belediyelerden yardım talep edenler bu yazıyı çok iyi okumalılar, ayrıca belgeleri bende mevcut 2007 yılında önemin valisi, Cumhuriyet Başsavcısı, emniyet Müdürü ve Garnizon komutanı Samsunspor’a yardım toplamak için Valilik makamında yaptıkları toplantıda Cemal Yeşilyurt ile Yusuf Başkan’ın yaptığı kavgayı da bu toplum biliyor. Birileri yok A Takımı davası bozuldu diye sevinmesinler, azıcık araştırıp öğrensinler de ondan sonra yazıp çizsinler, en azından sürekli nargile içip tavla attıkları avukat arkadaşa sorarlarsa daha sağlıklı bilgi alabilirler.
Yazımın sonuna gelmeden bir hususa daha açıklama getirecek, bundan tam 35 yıl önce cezaevinde olan bir arkadaşa yardım etmek amacıyla camideki halıları yıkayacağız diye para toplamışız ve caminin halılarını başkalarına para ile yıkatmayıp kendimiz yıkamışız, topladığmız paraya da hem kendi cebimizden eklemişiz, hem de esnaftan toplayarak o arkadaşın ödeyemediği bir yıllık kirasını ödemeişiz de bu çok büyük suçmuş. Hatta dolandırıcılıkmış haberiniz ola. Hakikaten cehalet ne kötü bir şey değil mi? Arkadaşlara tavsiyem biz bize sorulan her şeyi noktasına virgülüne dek açıkladık, onlar da bizim suallerimize cevap versinler. Yoksa biz gereğini yaparız haberleri olsun.Allah cahillerden uzak kılsın diyerek sözlerime son veriyorum, kusura bakmayın bugün sizi biraz fazla yordum. Hoşça kalın.