Virüsü konuşmaktan normal hayatı unuttuğumuz şu günlerde geçtiğimiz hafta bir cemaat mensubu arkadaşın vefatı ve önceki gün de Haydar Baş’ın vefatı bana cemaatlerle ilgili geçmişi hatırlattı. Ülkemizde faaliyet gösteren cemaatlerin tamamına yakınını tanıma fırsatım oldu. Lise yıllarımdan itibaren cemaatleri merak ettiğimden çoğunu ya araştırarak ya da içlerine girerek tanımaya çalıştım. Yetmişli yılların sonlarına doğru Süleyman Efendi Cemaatini tanıma fırsatım oldu. Merhum babam birkaç yıl onların içerisinde kalmıştı, ben de o vesileyle birkaç yıl içlerinde olmuştum ama daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi bana ters gelen bazı kuralları nedeniyle onlardan ayrıldım. Sadece ben ayrılmadım, merhum babam da ayrılmıştı ama o cemaate mensup iyi niyetli insanlarla olan ilişkilerimiz hiç kesilmedi. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, Cumhuriyetin ilk yıllarında Kuran’a büyük hizmetleri olmuş çok değerli bir âlimdir ancak aradan geçen süreçte cemaatte pek çok değişikliğe uğramış kurallar manzumelerin merhumun çizgisini bir hayli değiştirdiği kanaatindeyim. Süleyman Efendi cemaatinin ülke için tehlikeli bir cemaat olmadığı kanaatindeyim.
Seksenli yılların başında Trabzon’a taşınmamız nedeniyle orada Kadiri Tarikatını tanıma fırsatım oldu. Merhum Haçkalı Baba’nın banisi olduğu tarikatın şeyhliği koltuğuna oturan Haydar Baş’ı o yıllarda tanıma fırsatım olmuştu. İmam Hatip lisesinden hadis hocamız merhum Baki Bektaş hocamızın ona olan yakınlığı ve bağlılığı nedeniyle tanıma fırsatımız olmuştu. İlk zamanlar gerçekten tasavvufi yönü olan sadece tasavvufa yönelen ve amacı manevi dünyaya hizmet vermek olan bir insandı ancak kısa zaman sonra dergiciliğe, televizyonculuğa ve ticarete girince ona bakışım değişti. Tasavvuf, insanın nefsini terbiye, tezkiye ve terakki konusunda ilerleme sağlayabileceği bir yoldur. Tasavvufu farklı alanlarda kullanmak uygun değildir, geçmişte de öyle bir örneği yoktur.
Haydar Baş’ın tasavvufu hayatın her alanına yayma konusundaki ısrarı sonunda parti kurmaya kadar gitti ve bir parti kurdu. Kurduğu parti başarılı olamadı, olma şansı da yoktu çünkü siyaset istikrarlı olmayı ve aynı çizgide kalmayı gerektirir. Oysa Haydar Baş’ın siyasete başladığı noktadaki tavrı, duruşu ve söylemleri ile öldüğü zaman arasındaki düşüncelerinin ne kadar değiştiğini hepimiz biliyoruz. Bu yaklaşımları nedeniyle pek çok mensubu onu bıraktı ve nihayetinde kendisi de rahmetli oldu. Kırk yıla yakın tasavvuf liderliği ve on beş yirmi yıla yakın siyasi liderliğinden sonra geride ne bıraktı diye soracak olursak ortada bir dava yok, partinin de kalacağını sanmıyorum. Hüzün ve sıkıntıların dışında kalan bir şey olmadığı kanaatindeyim, kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.
Gelelim bir başka cemaate, bu cemaati de seksenli yılların başında tanıdım, o zamanlar Akabe Vakfı ya kurulmamıştı ya da kurulmak üzereydi. Liderleri Mustafa İslamoğlu ilk zamanlar şuurlu gençlik yetiştirmeye çalıştığını söyleyen bir kişiydi, kendisini hiç tanımam ama ortaya koyduğu öğretileri çok iyi bilmekteyim. Nedir bu öğretiler derseniz; bugünlerde çok moda olan ‘Kuran’a göre Müslümanlık’ saçmalığı var ya bu söylemin ilk ortaya çıktığı yer Mustafa İslamoğlu’nun cemaati olmuştur. Kuran’a göre Müslümanlık elbette her Müslümanın idealidir ama Peygamber Efendimizin yaşam biçimi Kuran’ın emir ve nehiyleri olduğu gerçeğini görmeden sadece Kuran’a göre Müslümanlık dersek çok büyük yanlış yapmış oluruz. Cuma namazlarını kılmamak veya camilerde değil de dükkânlarda, gizli mahfillerde kılmak İslam’ın şiarından değildir, bunu savunan insanların tamamı çizgiden çıkmış insanlardır. Ülke için de zararlı insanlar oldukları kanaatindeyim.
Diğer tasavvufi cemaatlere gelince, onların işi gücü kendi eksiklerini gidermek, nefislerini terbiye etmek, gece ibadete kalkmak, gündüz işlerini düzgün yapmak, hak ve hukuka riayet ederek bu dünyadaki ömürlerini tamamlamaktır. Buradaki ölçü şudur; hangi tarikat hangi cemaat olursa olsun işin içerisinde akçeli işler varsa bilin ki orada sıkıntı var. Allah’ın rızasını talep eden hiç kimse yaptığı işin karşılığını maddi olarak beklemez, tam aksine maddeyle işi olmaz. Tarikatlarda sahtekâr yok mu derseniz elbette ki var. Yanmaz kefen satanlardan tutun da samimi insanların iyi niyetlerini suistimal edip onların her türlü imkânlarını kullanan dünya kadar sahtekâr var ama bunlar mutasavvıf olarak değerlendirilmemeli, bunlar olsa olsa sahtekâr olurlar. Tasavvuf, kişinin nefsini terbiyede, terakkide ve tezkiyede bir yoldur. Bunu ilimle yapanlar da var farklı yapanlar da var, amaç Allah’ın rızası ise sıkıntı yok ama amaç nefsi tatmin veya menfaat ise tehlikeli olduğu ortada. Umarım matlub hasıl olmuştur. Kalın sağlıcakla.