İslam dininde hükümler, vahiyle ve vahiy destekli olarak tespit edilmiştir. Kesinleşen bu hükümler de kitaplarda, vicdanlarda yerini almıştır.
Ancak bu kural, Emevi, Abbasi, Osmanlı dönemi ve devamı olan son yüz yılımızda; bir çok yandaş tip yüzünden, sultanların, siyasal iktidarların arpalığı ve istismar tarlası haline getirilmiştir.
Siyasal iktidarların ak dediğine ak, kara dediğine kara diyerek sürekli zik zak çizenlere, vahiy gelmediğine göre bu "keyfe mâ yeşâ" dönmeyi neyle izah edebiliriz ki!
Tek izahı şudur:
Ya o günkü sarayın, maskarası olmuşlardır ya da dalkavuğu...
Böylece Yüce dinimizi, sarayların direklerine payanda yapmışlardır.
Ve bu payanda yapma alışkanlığı maalesef devam etmektedir...
Siyasal iktidarlar kısa süreliğine kazanırken, Din-i Mübîni İslam sürekli karmaşık hale getirilmekte, çeşit çeşit din anlayışları ortaya çıkmaktadır.
Bu farklı dindar insanlar da, "Allahu Ekber" nidalarıyla ve Besmele çekerek birbirlerini, madden ve manen boğazlayarak maalesef şeytan adına cihat (!) etmektedirler...
Bu tipler bir de sormazlar mı!
“İslam alemi neden bölük pörçük?”
Cevabı kendi fiillerinde aşikâr olanların sordukları bu sorulara, verilecek bir cevap maalesef yoktur.
Bırakın yanlış cevabı, doğru cevap bile bunların değirmenine su taşımaktır.
Susmak...
En doğru cevaptır!
Ya da büyük vebal…
Dini konuları bilenlerin bir çoğu, bilgilerini günlük, siyasi, ekonomik veya sosyal menfaatleri doğrultusunda istismar etmekteler...
Kur'an-ı Kerimi yüzünden okumayı bile yeterince bilmeyenler ise yarım yamalak Türkçeleriyle, okudukları meallerden ahkâm kesmekte, müçtehidleri bile geçmekteler...
Hâl böyle olunca; susmak mı yoksa konuşmak mı daha evladır bilemiyorum!
Akıl ve mantığım; susmalısın derken, vicdanım; bu kadar eğitimi boşa mı aldın diyerek isyan etmekte...
"Din; her ne kadar akıl ve mantığa hitap etse de vicdanlarda hayat bulur" düsturunca, vicdanın sesini dinlemenin daha evla olduğunu düşünüyorum...
O halde?
Galiba, konuşmaya ve yazmaya devam etmeli.