Biz her şeyimizi Yüce Mevlâya borçluyuz. Bizim Rabbimiz O"dur. Ondan başka hiçbir siyasî güçten korkmayız; yalnız O"ndan korkarız.
Potada altın ve gümüş eritmek, altın ve gümüş gibi tedavül araçlarını yabancı maddelerden temizleyip saf olarak elde etmek için ateşe sokup arındırmaktır. Eğer Allah cc başımıza kötü bir idareci ve kötü bir siyasi irade sahibini dikmiş, nasip etmişse bizi sınavdan geçirmeyi istemiş, ayarımızı belgelendirmek amacıyla ateşe sokmuş demektir:
Yoksa siz; ey insanlar! Sizden önce gelip geçenlerin canlı örneği, sizlere henüz bütün öğeleri ile aynen uygulanmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız?! Onları, kozmik belalar ve yerel âfetler ezmiş; öyle sarsılmışlardı ki o çağın Resulü ile beraberindeki tam inanmış kadro: "Ah! Allah'ın fetih mesajı ne zaman!" diye meleşmişler de: "İşte şimdi Allah'ın fetih mesajı pek yakın!" diye kendilerine seslenilmişti. Bakara Sûresi: 214
Yoksa Allah'ın; içinizden cihad edip Allah ve Resûlünün sünneti, dolayısıyla yürekten inanmışlar varken yabancı yönlendiriciye göz kırpmayanları sosyal kontrolden geçirmeden öyle bırakılacağınızı mı sandınız? Allah dışa vurduğunuz davranışlarınızı kalp gözünden öte haber alandır. Tevbe Sûresi: 16
İyiliğin ve kötülüğün belli olması için insana edilen muameleye, iptila ya da bu asıldan alınmış olarak fitne denir. Bu kelime, zamanla çok daha geniş manalar kazanarak iptila, imtihan, tecrübe, insanın ateşe atılıp azap edilmesi gibi manalarda kullanılmıştır.
Huzeyfe b. el Yeman rivayet ediyor: "Kişinin fitnesi ailesinde, malında, nefsinde, çocuğunda ve komşusundadır. Bu fitneyi oruç, namaz, sadaka, iyiliği emredip ve kötülükten men etmek yoluyla örter" Hadis-i şerif.
Ailesi, daha fazla harcama yapması için zorlar, malı dur durak bilmeden arttırabilme yollarına zorlar, nefsi dünya mallarına aşırı isteği zorlar, çocuğu en yüksek markalardan giyinme için fahiş fiyatlar için zorlar ve komşu da: ben, senden daha zenginim kıskançlığının kapısını zorlar.
İşte bu fitne, bir zamanların tekpartili Cumhuriyet devrini hatırlatmaktadır. İyilerin de kötüye oy vermek zorunda kaldığı veya zorlandığı veya ehven-i şerr deyip yaşatmak zorunda kaldığı dönemdir.
İslamcı Yazar Sayın Ali Bulaç yazısında fitneyi şöyle dillendiriyor:
1965 seçimlerinden bugüne kadar her defasında "değişim ve reform" talebiyle araçsallaştırdıkları şey de "din, başörtüsü, imam-hatipler, Kur'an kursları" vs. konulardır. Sağcı-muhafazakâr-milliyetçi partiler gelir bölüşümünü düzeltmiyor, işsizliğe çare bulmuyor, eğitimi düzeltmiyor, kendi zümrelerini zengin ediyor, Kürt sorununa mesafeli bakıyor, Alevilere kulaklarını tıkıyor, azınlık haklarında samimi davranmıyorlar; ama her defasında: "CHP gelecek, tek parti zihniyeti sizi ezecek, bugün sahip olduğunuz haklar da elinizden gidecek" diye fakir-fukaranın, dindar ve mazbut insanların oylarını ceplerine indiriyorlar.. Hakikaten bu korkuları besleyen çok sayıda CHP'li de yok değil. Hâlâ geçen yüzyılın katı laikçiliğini savunan, tek parti özlemi içinde olan CHP'liler dindar kitlelere "cumhuriyetin sopası"nı gösterdikçe bu adaletsiz, haksız düzen devam edip gidiyor. Sağcı muhafazakâr partilerin bir kısmı korkuyor, bir kısmı vizyonu olmadığı için ne yapacağını bilmiyor, bir kısmı da iktidarın vazifesine kapılıp halkı unutuyor.
1960-80 yılları arasında, solun, komünizmin, Allahsızların karşısında duran Allah ve Peygamber dostu ve yılmaz bekçileri olarak Çoban Sülö"yü buldu bu Tük insanı. Adalet Partili Nakşî şeyhlerinin seçim zamanları, Çoban Sülö lehine gördükleri Hz Peygamber rüyalarını çok işittik. Güya Hz Peygamber, küfrün karşısında değil de komünizmin karşısında yılmaz bekçisi olarak yattığı istirahatgâhından, Çoban Sülö"yü aday gösteriyordu. Hep de bu rüyaları APli Nakşî şeyhleri görüyor ve oy avcılığı yapıyorlardı.
Eğer Yüce Mevlam Erbakan hareketini araya koymasaydı, otuz yıllık iktidar mücadelesinde bugünkü siyasî elit kesimi yetiştiremeyecek, bugünkü muhafazakâr sağcı AKP iktidarı halkın gönlünde taht kuramayacak, kurumsallaşamayacak ve muhalefeti, özellikle de Baykal zihniyetini bugünkü hizaya getiremeyecekti.
İşte bu dönem, artık fitne başka bir biçim almaktadır. Çarşaf ve tesettür gibi konular, AKP"nin konusu olsa da takiyye açısından, son bir çırpınış olarak bugün CHP bu konulara soyunmak istemektedir.
Aslında politika sahnesinde "devletin ve ordunun" sözcüsü, Kemalist devletin "tek parti" anlayışının sahibi ve "devlet sınıfının" çıkarlarını savunan Baykal şöyle konuştu: "Poturlu, şalvarlı bir takım insanlar öyle Ankara'ya gelip Atatürk Bulvarı'na giremiyordu. Tek parti zihniyeti oydu. Kıyafetini düzelt gel de öyle geç diyorlardı.
Müslüman olduğunu sezinleten her türlü kıyafet yasaktı. Ama dekolte kıyafetler serbestti. Şimdiki üniversite kapılarında inletilen Müslüman kız çocukları neyse o zaman da öyleydi. Dekolte kıyafetli kız çocukları, en açı saçık biçimiyle, modern kafalı insan diye serbestçe okuyabiliyor.
Bakalım sayın Baykal, sadece partisine oy vermek için değil, bu duruma da açıklık getirecek mi?
Kimse her şeye layıktır. Her yere gider, her meydana da girer bulvarda da yürür, her siyasi partiye girer, CHP'ye de girer. Acaba Üniversitelere de gidebilir mi? Açıklık getir Sayın Baykal.
Aşık Veysel yaşadı bu olayı. Aşık Veysel ölmeden önce Atatürk'le buluşmak istedi. Atatürk'ü görmek istedi. Öncülük yaptılar Ankara'ya getirdiler. Buluşturmak istediler. Ama gidemedi. Kendisini bekleyen insanlara ulaşamadı. Çünkü bulvara çıkmasına izin verilmedi.
Bu tek parti zihniyetini şimdi 2009 yılına girerken, Türkiye'de sosyal demokrat bir parti olarak, insancıl bir parti olarak biz mi uygulayacağız?"
İnşallah dediği gibi olur.
Emekli öğretmen olduğunu söyleyen, dekolte giyinimli bir kadın: ''Yanlış yaptınız. Bu çarşaflıları niye aldınız partiye? AKP'nin oyununa geldik. Oylar bölündü haberin olsun. Kaç tane CHP'li tanıyorum, oy vermeyecek sana. Atam'ın partisi bu. Bu oyunu anla. AKP, CHP'nin oyları bölünsün diye böyle bir tuzak hazırladı. Biz de buna düştük. CHP'nin oyları bölünecek. Çok üzülüyorum'' diye konuştu.
Diğer bir kadına Baykal"ın cevabı işin püf noktasını göstermektedir: ''Ama yöresel şartları içerisinde, birbirimize düşmanlık duymadan, bölgesel adet diye Anadolu'nun Erzurum'unda, Horasan'ında bunu kullanan insanı da kınamayacağız. Herkes uygun gördüğü şekilde çıksın. Tabii ki hepimiz en çağdaş kıyafetlerle çıkılmasını tercih ederiz. Bunlar gereksiz tartışmalar'' demektedir.
Üniversitedeki kılık kıyafet tartışmaları konusuna değinmemekte, partinin MKYK"sına da seçilebilecekleri konusunu da açıkta bırakmaktadır. Bilmiyorum o sözde Müslüman çarşaflılar cidden oylarını inanarak verebilecekler mi?
Ruhat Mengi 22 Temmuz sonrası: O Cumhuriyet Mitingleri"ne neden olan ortamda bile 22 Temmuz seçimlerinden büyük yenilgiyle çıktı diye yazmıştı.
Gerekçesinde: Kendisi gerçekleri anlatamadığı, poşetlerle aldatılacak kadar yoksul bir halka bile çözümler, sol politikalar üretemediği açıkça ortadaydı ve kendisi de bunun farkındaydı diyordu.
İşte yinede öyle olacak. Yaşar Nuri Öztürk de olaya şöyle bakıyor: Yani bugün AKP gibi dinci bir iktidarın, bu meseleyi de bir numaralı bir mesele olarak dünya gündeminde savunuculuğunu yaptığı zamanda niçin gelip de bu insanlar CHP gibi bunun tam aksini yaptığı varsayılan bir partide böyle sıraya girip de rozet taktırıyorlar. Erzurumlu galiba bu insanlar. O vatandaşlar açısından da hadiseye bakmak lazım.
Baykal, SABAH'a yaptığı açıklamalarında:
Türkiye'nin büyük ilgisini çektiğini görüyoruz. Konunun tartışılmasından çok mutluyum
Türkiye'nin gerçeği bu insanlar. AKP'nin uygulamalarından, politikalarından rahatsızlar. Onlar "Bu kimliğimizle bizi kabul edin, bizi dışlamayın ne olur" diyor. Onlar, siyaseti dine alet eden çarşaflılar gibi, herkesi kendilerine benzetmeye çalışmıyorlar. Masumane şekilde örtünmüşler derken gerekçesini gayet rahat dile getirmektedir. Demek ister ki, bana oy verebilecek sol çarşaflıların siyasî İslamcılığa yönelik hiçbir düşünceleri yoktur:
O insanların Türkiye Cumhuriyeti'nin ilkeleriyle, Atatürk'le, laiklikle ilgili bir sorunları yok. Onlar, kızlarını üniversitelerde okutmak istiyorlar, kızlarının iş sahibi olmasını istiyorlar. Onlar, diğer çarşaflıların aksine, kızlarını çarşafa sokmak istemiyor, bunun için zorlamıyorlar diyor ve sadece bu tür şeklen çarşaflıları ayıklamak istediğini vurguluyor.
Bu ülkeyi değiştirmek, Kemalist bir devletten çağdaş ve sivil irade sahibi bir devlete dönüştürmek için başka ciddi adımlar da atılması gerekmiyor mu? Kürt sorunu için bir çözüm planı olmayan Baykal"ın, AB üyeliği için yapılması gereken reformlara sahip çıkmayan, bir reform takvimi hazırlamayan bir siyasi hareketi, Türkiye'yi yeni bir döneme taşıyabilir mi? Kalın sağlıcakla.