CUMA GÜNÜ HUZUREVİNDE ÜÇ FARKLI MANZARA İLE KARŞILAŞTIM
Atalarımız tebdili mekanda ferahlık vardır demişler, insan sürekli aynı mekanda aynı kişilerle birlikte olunca bazı gerçekleri göremeyebiliyor. Oturduğu yerden yöneticiliğe talip olanlar çoğu zaman hakikatlerden uzak kalmışlar, duydukları veya etraflarındaki insanların söylediklerine inanmak zorunda kalmışlardır. Olaylara vakıf olmanın veya dünyayı daha iyi tanımanın en iyi yolu bizatihi olayları görerek kanaat sahibi olmaktan geçer.
Olayları ve insanları daha yakından tanıyabilmek adına zaman zaman ilçelere gidip, hiç kimseye gözükmeden toplumun nabzını yoklarım, insanların birçoğu tanıyınca asıl yapmak istediğimi yapamasam da hedefime yaklaşma noktasına yakın bir çizgiyi yakalama imkanı bulurum. Geçtiğimiz hafta Havza, Vezirköprü, Ladik bölgesini dolaştım, önceki hafta Çarşamba, Terme bölgesini gezdim, bu hafta Cuma günü ise cuma namazını kılmak üzere yakın bir dostumla Canik bölgesinde bulunan Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü'ne bağlı yaşlıların kaldığı huzurevini ziyaret ettim.
Bahsettiğim huzurevine daha önce hiç gitmemiştim, zaten şehrimizde Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı olan huzurevinin dışında huzurevi de yoktu. Huzurevine ilk girdiğimde sanki beş yıldızlı bir otele girmiş gibi hissettim kendimi. Önce mütevazi mescidinde cuma namazını eda ettik, ardından kalanların yemek yediği mutfakta öğle yemeği yedik. Yemek konusunda biraz titiz olduğumdan her yemeği yemem, bunu söylerken beğenmem anlamında değil, temizlik ve yemeğin içerisine konan yağlarla ilgili vücudumun ciddi bir hassasiyeti var, ama huzurevindeki yemeği rahatlıkla yediğim gibi kendi evimde yapılan yemekten fazlası var, eksiği yok.
Yemeği yedikten sonra idareci arkadaşların refakatinde son kattan aşağıya doğru sakinleri ziyaret etmeye başladık, aynı katta üç ayrı odada üç farklı dünyayı yaşadım. İlk ziyaret ettiğimiz Naile teyzemiz ayaklarından ameliyat olmuş, başucunda Kuran, elinde değnek, masasının üzerinde bir resim, karşı duvarda ise ikinci bir resim onlara bakıp duruyor. Naile teyzeye resimleri sorduğumda çok acı ama bir o kadar da samimi ah çekti ve başladı anlatmaya eşini çok eski kaybettiğini, oğlunu ise 1993 yılında kalp krizinden kaybettiğini ama hala daha dün vefat etmiş gibi evlat hasreti çektiğini, eşinin ölümünü unutsa da evladının ölümünü hiç unutamadığını söyledi.
Bitişik odada Şennur Teyze'ye gittik, asansöre binip tansiyonunu kontrole gidiyordu, onun oğlu babasından kalan tüm malı, mülkü yiyip bitirmiş ve annesini sokağa koyunca Şennur teyze huzurevine yerleşmiş, keşke evladım olmasaydı diye dua ediyor. Karşıda bir başka odada Ülker teyze kalıyor onun ise hiç çocuğu olmadığından huzurevine yerleşmiş, evlat hasreti ile yanıp, tutuşuyor, son olarak 106 yaşındaki Nokta teyzeyi ziyaret ettik, Nokta teyze ise Azrail'i beklediğini söyleyip, bir an önce gelmesi için dua ediyor, hatta çok enteresan bir şey olmuş Vali Bey ziyarete gittiğinde kendisine Allah'tan uzun ömür dilemesi üzerine ona feci şekilde bozulmuş, sen bana dua değil beddua ediyorsun diye Vali Bey'e serzenişte bulunmuş.
Bir saatlik zaman dilimi içerisinde dört farklı insanla üç farklı dünyayı yaşamak hem ilginç, hem de hayli duygu dolu bir durum. Bir anne evlat acısı çekerken, bir başka anne evladından çektiği sıkıntılar yüzünden keşke olmasaydı diye dua ediyor, öte yandan bir başkası ise hiç evlat sahibi olamadığı için evlat hasreti çekiyor, Nokta teyze ise yeterince yaşadım artık vakti saatin gelmesi gecikmesin diye dua ediyor.
Huzurevinde bulunduğum bir iki saatlik zaman diliminde hem duygulandım, hem gururlandım. Ziyaret ettiğimiz yaşlılara duygulandım ancak devletin verdiği güzel ve kaliteli hizmet için ve şefkatli idarecileri görünce gururlandım. Allah kimseyi gördüğünden geriye koymasın ama devletsiz hiç bırakmasın. Rabbim devletimizden ve huzurevindeki yöneticilerden razı olsun diyerek sözlerime son vermek istiyorum. Mutlu pazarlar