Takvim 22.02.2025'i gösteriyordu. Soğuk bir kış günüydü. Samsun merkezde 20 cnm civarında kar vardı. Buzlanma ve don olayı nedeniyle okullar tatil edilmişti. Akşam saat 20.00 sıralarıydı. Çarşıdan eve doğru gidiyordum. Evde ihtiyaç olmasa da ( ne olur olmaz diye) fırından üç ekmek almıştım. Bir taraftan lapa lapa kar yağışı devam ediyordu. Hem yürüyor hem elektrik direklerin lambalarının ışıltılarına takılan kar tanelerini seyrediyordum. Bir mucize olarak yere nasıl indiklerini tefekkür ediyor, kendimce manalar çıkartmaya çalışıyordum. Zira o gün "kar" ile ilgili yazı yazmaya çalışıyordum..Bir tataftan buzlar üzerinde kayıp düşmemek ve ıslanmamak için de yürümeme dikkat ediyordum.
Gerçi bizim çocukluk ve gençliğimiz karlı hayatla geçti. Boyum 1.30 cnm, bir metrelik kalınlığındaki karı yararak okula gittiğimi hatırlarım. Hem de inişli çıkışlı yollarda. Eve yaklaşmak üzereydim. Bir genç yolumu kesti: -Amca! Buralarda fırın nerde var? Ekmek alacaktım da ondan sordum, dedi. O saatte epeyce aşağıda, bulvarda ancak ekmek bulabileceğini söyledim ve kendisine yolu tarif ettim. nBiraz benden uzaklaştı. O esnada konumun başlığı aklıma geldi. -Hey Genç! -Buyur amca! " Sen kaç ekmek alacaktın?" diye sordum. "İki ekmek" deyince; "gel bu kar ve kışta yorulma, ben sana vereyim" dedim. Memnuniyetle yukarıya döndü ve ekmekleri o gence verdim. Para vermemesi noktasında çok ısrar etmeme rağmen, ısrarında o galip çıkınca iki ekmekten "elli lira" almak zorunda kaldım. Almasaydım belki de kavga çıkacaktı. Hava!!! Paranın üstünü de almayı kabul etmedi. Enteresan değil mi? Mahalleye yeni taşınmışlar, aslen Trabzon/ Ofluymuş. Allah Teâlâ selâmet versin.
Bizim görgü kurallarımız ve geleneğimizde çalışmak vardır, başkasının sırtından geçinmek yoktur. Kazandığımız paranın bir kısmını tasarruf ederiz, biriktitiriz. Gelecekte lâzım olur diye bunu yaparız. Evlâtlarımız ve torunlarımız için mal biriktiririz, hasta oluruz korkusuyla, olası kara günler için tasarruf ederiz. Tabi ki bunlar güzel adetler. Tasarruf belli bir ölçüye kadar yapmak gerekir. Ben de aynısını yapmaya çalışıyorum. Lâkin gelecekteki ihtimallere karşı biriktirdiğimiz paranın dışında habire biriktirmek tehlikelidir. Tasarruflu olayım derken nakıs oluyoruz. İkisi farklı alanlardır. Gerektiği kadar harcamak tasarruf, gerisi israftır. Gerektiği yerde harcamamak cimriliktir, nakıslıktır.
Bu nakısık hastalığı bir çoğumuzda da var. Nakıslık yaparak 100 lirayı kenara koyduk diyelim. Bize küçük bir mutluluk verdi. O yüz lirayı " harcamaya daha iyi bir yer bulamam" diyerekten biriktirmeyip ihtiyaç sahiplerine versek "dev" nispetinde mutluluk verir insana. Elindeki ekmeği yemekten çok bölüsmek daha çok mutlu eder insanı. Tabi ki anlayana... Bir çay ocağında oturduğumuzu düşünelim. Masamıza gelenlere çay söyledik, çay parasını verirken yanı başınızda oturanların da çay parasını vermeyi deneyelim. O insanların kalbi teşekkürleri para ile ölçülemeyecek mutluluk getirecektir bizlere!!!
Biri bizi düğüne davet eder. İmkânlarımız ölçüsünde davete icabet edelim. Cömert elimizi cebimize atalım. Evlenecek gençlerin mutluluğuna bir nebze de biz mutluluk katalım. Davete icabet etmediğimizde duyacağımız mahcubiyeti 3-5 yüz liralar def edemez. Özgür olmak istiyorsak, yaşadığımız toplum içerisinde toplumun bize yüklediği görevleri yerine getirelim, getirelim ki; hem mutlu hem de özgür olalım. Birisiyle ilk defa lokantaya gitmiştim. Kendisi için vereceğim bir kaç yüz lira hesap var. Öyle mahcubiyet hissetmeden, para vermeden nasıl yırtarım düşünmeden biraz acelece davranarak masadaki hesapları verdim. Kendi kendime, " bu gibi paraları daha hayırlı harcayacağım bir yer yoktur" dedim ve mutlu oldum. Bu mutluluğu bu paralarla başka yerlerde yakalamak mümkün değildir.
Burada ben kendimden örnek vererek ön plâna çıkma amacım yoktur. O kişi siz de olabilirsiniz. Şahsımdan bir örneklik sunmak istiyorum aslında. Toplumda cömert insanlar sevilir. Aradan yıllar geçse de bu hasletleri anlatılır. Rahmetli dedemin annesi cömert bir kadın olduğunu ölümünden yarım asır sonra da çevrede söylenir. Onun bereketinin yansımaları bizlere bile bereket getirmektedir. Tüm geçmişlerimize rahmet olsun.
Tabi ki, dinimizde infak konusu var. Bu konuda Bakara Süresi 215. Ayet-i Kerime'sini hatırlatmak isterim. Cenab-ı Hâk, 'Sana soruyorlar: neye infak edecekler? deki: verdiğiniz nefaka ana baba, en yakınlar, öksüzler, biçareler, yolda kalmışlar içindir, hayrolarak daha her ne yaparsanız her halde Allah onu bilir" buyurmaktadır. Burada infak ederken dikkat edeceğimiz sıralamayı bize ayet hatırlatmaktadır. Anti parantez olarak bu konuya da temas etmiş oldum.
Aslında her fırsat insanın önüne bir kere konur. Benzer fırsatlar vardır ama aynı değildir. Önümüze çıkan fırsatlar aynı zamanda imtihan vesilesidir. Fırsatı kaçırdığımız an zarardayız. Zaman gibi gelir ve geçer, bir daha geri dönüşü yoktur. Onun için iyi fırsatları değerlendirmeli, kötü fırsatları da iyiye tebdil etmeliyiz. Zararı kâra dönüştürmek yani..Böyle olursa imtihanı inşallah kazananlardan oluruz.
Çay, kahve, yemek...paraları verme önceliğini kimseye kaptırmayalım. Aç ve açıkta kalan birisini görmek bir fırsattır. Fırsatı değerlendirelim. Düğün ve nişan davetleri, hayır kurumları için açılan kasalar, el açıp "ekmek ver" diyemeyecek kadar haya duygusuna sahip olan miskinlerden haberdar olmak gibi durumlar bir fırsattır. Bu ve benzeri yerlerde yapacağımız yardımlar kadar daha hayırlı harcama yerleri bulamayabiliriz. Fırsatları değerlendirelim. Nasıl olsa aynı fırsat karşımıza çıkmayacaktır. Selâm ve dua ile...