Ayşe Şasa, ismini herkes bilmez, tanımaz onu. Ayşe Şasa, genç yaşında şizofreni hastası olan bir yazardır. Onun en güzel kitaplarının hastalık döneminde yazdığını ilk öğrendiğimde irkilmiştim. Nasıl da etkileyici bir dili vardı. Oysaki hasta insanlar sitemden başka bir şey bilmez sanırdım. Yanılmışım. Şimdi anlıyorum ki insan delilik ülkesinde iken insanlığın özüne dönebiliyormuş ancak! Omuzlarımız ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle bir hapishanede doğmuşuz. Kesip atma imkanı bizi bir sonraki gün yeniden başlamaya teşvik etmese, tek bir günün bile sonunun getiremezdik
Ten acının dürtmesiyle uyanır. Bu uyanıklık gerçektir. Varlık olan insan ise özünde acıyı bilendir. Acının bilinmesi yeterli olmaz merhamete erişmek için. Istırap da önemlidir. Cüzzamımızı haykıramadığımız sürece zarif yapmacıklığa saygı göstereceğiz. Asırlar boyunca yalnızlar mutluydular. Çünkü ikiyüzlülüğü bilmiyorlardı. Gizleyecek bir şeyleri yoktu. Bir tek yalnızlıktı sorun olan. Gevşemeyen bir bedenin kaosundan dökülen bu satırlar uygar insanlığa bir ağıt, bir sitem, haykırış olsun. Uygar insanlıktan şikayetçi bir dil der ki; Yoğrulduğumuz maddenin içinde, onun en derin murdarlığında, yalnız gözyaşlarıyla yumuşayan bir burukluk ilkesi bulunur. Gözyaşı bir ilkedir. Uygar insanın hayatında pek yeri yoktur. Ama gözyaşı kederlerden kurtulma imkanını bize sunmuş olsaydı, şiir ortadan kalkardı. Fakat bu demek değildir ki hiddete kapıldığında gizlice ağlamak gerekiyor.
Deliliğe övgü olsun bu yazım. Aklın, rasyonel davranışların insan için çıkar olması muhtemeldir. Ama insanlık bunu günümüzde silah haline getirmiş, özünü yok ederek en büyük suçu işlemekte. Bu yüzden yeryüzündeki her deli insan özünü kaybetmeyendir!