Devletlerin yaşamasının varlığını devam ettirmesinin koşulu toplumsal kültürel ve ulusal farklılıkları bünyesinde toplayabildiği ve bunları koruyabildiği ölçüde olmasıdır. Böyle bir devlette farklı grupların, toplumsal kimliklerin asimilasyona, baskıya, sindirmeye ya da bir kimliğin başka bir kimlik üzerine dayatılmadan temsil edilmesi ve aralarında devletle bir konsensusun sağlanmış olması hem devletin hemde devlet içinde yer alan kimliklerin devamında herhangi bir güçlük yaşanmayacaktır.
Batılı devletler elbette ulus devletleşme sürecini erken tamamladığından dolayı bünyelerinde yer alan farklı kimlikler kendilerini devlet içinde daha rahat temsil edebilmekte ve üst kimliğin bir parçası olarak görebilmektdir. Ancak Türkiye ulus devletleşme sürecini hem geç hemde ulus devlet anlayışını tekçi bir anlayışla hakim bir ulusun diğerleri üzerine hakimiyeti olarak algılmasından dolayı Osmanlı sonrasında yerine kurulan Cumhuriyetimiz yeni tanıştığı merkezi devlet yapısı nedeniyle içinde bulundurduğu ya da bünyesine kattığı yeni toplulukları kendi içine dahil etmek yerine asimile ve ya baskı altına almayı tercih etmiştir.
Elbette sadece merkezi devlet yapısı ve ulus devletin tekçi bir bakış açısıyla yorumlanması değildir sorun olan, aynı zamanda modernleşmeye başlayan ulus devletler çağında, farklı düşüncelerin etkin olmaya başladığı bir çağda belirli bir düşünceye dayalı hakim bir kültür yaratmanın peşinde koştuğundan farklı toplumsal yapıların sorunlarını ya görmezlikten gelmiş ya da baskı yoluyla sindirmeye çalışmıştır.
Çok uluslu ve çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğunun külleri üzerine kurulan bu devlet farklı kültür ve dil gruplarının varlığının tanınması halinde ülke bütünlüğünü korumanın mümkün olmayacağı endişesiyle kendine resmi bir ideoloji geliştirmiştir. Bu resmi ideolojiye göre de Türkiye de farklı kültür ve dil grupları yoktur. Böylece devletin tek dil, tek kültür dayatması; yani toplumdaki çeşitli etnik ve kültürel toplulukları tek bir kültürel ve siyasal kimlik etrafında birleştirmeye çalışması kültürel ve etnik yapıyı zamanla dar bir alana hapsetmeye başladı. Böylece farklı kültürlerin kimliklerin bu dar alanda kısa paslaşmaları bir süre sonra hegomonyaya karşı teorik olarak karşı duruşlara, muhalefetlere sebeb olmakla kalmadı şiddete dayalı bir çok unsurunda kendini ortaya çıkarmasına sebeb oldu. İşte Türkiye"nin uğraştığı, gücünü ve enerjisini tüketen terör olgusuda bu sıkışmanın şiddete dayalı ortaya çıkmasından başka bir şey değildir. Haftaya yazımda demokratikleşme konusuna devam edeceğim.