Milletimiz doğal afetler olduğunda birbirleriyle kenetleşmesini bilmiş ve bunu her zaman başarmıştır. Bunun en canlı örneğini, 10 ilimizi kapsayan deprem felâketinde çok yakından müşahede etmekteyiz. Depremin sonuçları; zenginle fakiri aynı seviyeye getirmiş, yardım edenler açısından da zenginle fakir aynı duyguyla aynı gayretle yardıma koymuştur. Esas olan yardıma koşmaktır. Yüz tl yardım edecek güçte olanla yüz bin tl yardım edecek durumda olanlar; aynı düşünce ve koşturmayla depremzedelere ulaşmaya çalışmıştır. Adeta, hayırda yarış başlamıştır. Şeytanın,infak edenlere, fakir kalırsınız infak etmeyin telkini bu depremde işe yaramamış, bütün insanlık sağ duyuyla yardım peşinde koşmuştur. Bu koşturma; insanların imanlarının ve imanlarından beslenen değerlerinin sonucudur. Hiçbir çıkar ve menfaatin olmadığı hizmet yarışı oluşmuştur. Her bir gayreti, cennet sermayesi olacak bu yarışın; İlahi rızaya uygunluğu ve samimiyeti gözlerden kaçmamaktadır.
Her toplumun kendine ait değer yargıları vardır. Bu değer yargıları ya inancın ya da geleneğin ürünüdür. İnancın ürünü olan değer yargıları dini kaynaklardan, geleneğin ürünü olan değer yargıları milli hassasiyetlerden beslenir. Dinî ve milli değerler, o toplumun genlerini oluşturur. Genel ifade ile bu toplumsal genlere de "Değerler" denir.
İnsanı ve oluşturduğu toplumu ya değerleri ya da menfaatleri yönlendirir. İnsan ya değerleriyle ya da menfaatleriyle yaşar. Değerleriyle yaşayan insan ve oluşturduğu toplum rahat ve huzurlu olur. O toplum mutlu ve kavgasızdır, göz yaşı ve kan o toplumda ol(a)maz. İnandığı dinin oluşturduğu değerler, söz konusu olumsuzluklara engeldir.
Eğer, değerler belirleyici ve yönlendirici değilse o toplumda hâkim güç; menfaatler ve menfaat şebekeleridir. Menfaat şebekeleri, her türlü değeri yozlaştırarak, kendi menfaatlerinin sermayesi olarak kullanırlar. Ağızlarında değer yargıları sakız haline gelir, onları çiğnedikçe oluşturduğu tükrükten istifade etmeye çalışırlar. Helal ve haram; başkalarının yolunması ve soyulmasında enstürmandır onlar için.
Herkes bir ölçüde menfaatini ister, bu yaratılışın gereği, fıtratın sonucu ortaya çıkan bir duygudur. Bu zaafiyet ancak imanla aşılır. İman; menfaatin yerine değerleri ikâme eder. Değerleri ezip, menfaatin peşine koşanların imani zaafiyetleri söz konusudur. Zira iman; sahip olmak için her şeyi mübah görme yerine, sahip olunanların paylaşılmasını sağlar.
Kendimizi ve çevremizi test ederken, değerler ve menfaatlerle olan ilişkileri dikkate almak yeterlidir. Dost edinmede ve arkadaşlık oluşturmada da manfaatler değil değerler etkili olmalıdır. Menfaatlerin oluşturduğu yakınlık dostluk değil hinliktir. Katkı sağlamaya yönelik değil istifade etmeye dönük ilişkidir. Oysa ! Değerler; bütün menfaatleri ortadan kaldırır, yardımı, desteği ve dostluğu inşaa eder.
Kendimizle ilgili mutlaka bir öz eleştiri yapmalıyız. Gönül dünyamızdaki etkili gücün, menfaatler mi yoksa değerler mi olduğunu belirlemeliyiz. Bu durum bizim için, toplumsal itibar olarak insani ve islami sermayeye dönüşecektir. Bir müslüman için de en büyük sermaye, itibardır. Mal-mülk geçici ama itibar; ölüm sonrası bile insanın övüneceği güzelliğidir.
İmtihan için yaratıldığı Yüce Yaratıcı tarafından bildirilen insanın, en önemli imtihan alanı; menfaatlerle olan ilişkileridir. Menfaatlerini, inançlarının önünde bulunduran hiçbir kul; dünya imtihanını başaramamıştır. Değerlerini yaşamak için yokluğu ve yoksulluğu tercih edenle, değerlerini satıp menfaati için her yolu mübah gören insan; aynı kulluk derecesinde değildir.
Sahip olunan tüm nimetler emanettir ve dünya imtihanı için ayrı ayrı konu başlıklarıdır. Makam, mekân, imkân, ünvan gibi; şöhreti, serveti ve şehveti tetikleyecek her şey nimettir ve de emanettir. Bu emanetler insanlara hizmet için kullanıldığı ölçüde değerlidir. Bunlarla kişisel menfaate sermaye oluşturulduğunda, kaybeden kazandığını zanneden olacaktır.
Hümeze suresinin özetle ilahi mesajı, insanların menfaatleri peşinde koşacağı ama yığıp biriktirdiklerinin, yani menfaat için yapılan tasarrufların kendisine fayda sağlamayacağıdır. Menfaatler, değerlerin önüne geçtiğinde, kazanmanın sevinci değil kaybetmenin üzüntüsü yaşanmalıdır.
Allah c.c. kuluna verdiği nimetinin izlerini kulunun üzerinde görmek ister aksi hâlde o nimet o toplumu terk eder... Allah'a kul olmak değer yargılarına göre yaşamakla gerçekleşir. Nefse kul olmak ise, menfaatler doğrultusunda yaşamaktır. Esas olan; Allah'a kulluktur.
Ülkemizde yaşanan, adına "Asrın Felâketi" denen ve 10 ilimizi kapsayıp, 81 ilimizle 86 milyon insanımızı etkileyen deprem; ülke insanımızın inanç ve değerlerle nasıl bir imtihan verdiklerini ortaya koymuştur. Bir kaç hain dışında herkes fedakârlık yapmaktadır. İnsanlıktan nasibini alamamış üç-beş mübtezel, kendi ahlaksızlıklarını bu süreçte de göstermiştir. Maksadı aşan eleştirilerle marketleri soyan hırsızlar aynı kategoridedir. Her birisi de bu süreçten istifade etmeye, çıkar ve menfaatlerini geliştirmeye çalışmaktadır. İman ve değer yargılarından yoksun olan bu tipler dışında ülke insanımız veötüm insanlık bu sınavda başarı göstermiştir.
Yetkisi, etkisi, imkânı, makâmı, ünvanı, bilgisi olan herkes; asrın felaketinde yaraların sarılması için üzerine düşeni yapmaktadır. Bu vesileyle katkısı olan herkesi yürekten kutluyoruz.