Ülkemizin tamamını etkileyen, on ilimizdeki deprem; seksenaltı milyon ülke vatandaşımızın kenetlenmesini sağlamış, konu ciddi olduğunda Müslüman ülkelerin birbiriyle dayanışmasının örneğini ortaya koymuştur. Körfez ülkeleri başta olmak üzere inanç bağı olan ülkeler; kendi şartlarını zorlayarak en üst düzeyde yardım yapmışlardır. İnsani ortak değere sahip dünya devletleri de hem maddi, hem de fiziki yardımda bulunmuşlardır. Ancak, en göze çarpan yardım; ülke vatandaşlarımızdan gelmiştir. Vatandaşımız, hiçbir siyasi mülâhazaya girmeden elinden geleni yapmıştır. Herkes elinde olanı paylaşma gayreti için yollara düşmüş, güvenilen; kişi, kurum ve kuruluşlara ulaşarak varlığını paylaşmaya çalışmıştır. Bu hassasiyet ve sağ duyu; insan ve islâm olmanın tezahürüdür.
Allah c.c. kullarının bazılarını diğer bazı kullarıyla imtihan etmektedir. Depremin sonuçları için de, bu cümleyi kullanmak mümkündür. Olağanüstü olayların; görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen bir çok sonuçları vardır. Akılla izâh edilebilecek olanları vardır, nas'a konu olanları vardır. Ortaya çıkan olayların gerçek hikmeti beşerler tarafından bilinemez, Yaratanın olaylardaki muradının ne olduğunu ancak Allah bilir. Olaymarın, sebep-sonuç ilişkileri bakımından elbette bilim ve ilim söz sahibidir. Her olayın spesifik olarak, kendi alanıyla ilgili ilmi izâhı olmakla birlikte, her olay için dinin/ilâhiyat ilminin söymecekleri vardır. Ancak, çoğu kere ilâhiyatçılar; ya donanım eksikliği ya da yanlış anlaşılma endişesiyle olağanüstü olayların hakkında konuşmamaktadırlar. Halbuki ! Böylesi zamanlarda, sakinleşmeye ihtiyacı olan toplumu ikna etmek; inanç değerleriyle ve doğru dini bilgilendirmelerle olacaktır.
Ülkemizde, zaman zaman devasa olağanüstü olayların yaşanmaktadır. Bu olayların sebep ve sonuçları hakkında neredeyse herkes bir şeyler söylemektedir. Bazen de hiç alâkası olmayanların söyledekleri toplumda karşılık görmektedir. Duygusal iknaların en üst düzeyde olduğu böylesi durumlarda, konuşması gerekenler susarsa, konuşmaması gerekenlerin küçük beyanları bile karşılık bulmaktadır. Zor zamanlarda insanları ikna edeceksen önemli enstürman inanç değerlerine hitap etmektir. Bunu doğru kişiler yapmadığına; yanlış kişiler, kendi yanlışlarıyla, boş kalan bu alanı doldurmaktadır. Yaşanan deprem sürecinde de bunu görmüş ve müşahede etmiş olduk. Günlerce televizyonlarda depremin teknik yanını ve yönünü dinledik. "Biz demiştik" cümlelerini koca koca ilim adamlarından duymaktan yorulduk. Söylenenler doğru tespitler olsa bile, toplumun derdine ilaç olacak bilgilendirmeler değildir.
Ailesini ve malını kaybetmiş, sağlığı ve bedeni fonksiyonları bozulmuş birine depremin teknik sebeplerini anlatmak ve bunun muhtemel sorumlularını işaret etmek, bu zamanın görevi değeldir. Bu durumda olan insanların; morale ihtiyaçları vardır, güzel şeyler duyarak hayata tutunmalarını sağlayacak ikna cümlelerine ihtiyaçları vardır. Bunu; bir din adamından, bir ilâhiyatçıdan duymaları çok daha yüksek etki gücüne sahip olacaktır. Dinin ve inanç değerlerinin, böylesi durumlarda, muhatabı ikna etmeye ve sakinleşmeye dönük çokça ilahi mesajları vardır. İşin görünmeyen bölümünü dini değerler izâh etmektedir ki, insanlar da bunları duyarak teselli olmaktadırlar. Ancak; ne bu deprem sürecinde, ne de başka zamanlarda yaşanmış büyük çaplı olaylarda ilahiyatçıların sesi çıkmamıştır. Ekranlarda dini programlar yapan, kendince arkalarına kitleri alıp/sürüklediklerini düşünen ekran kahramanları bile sessiz kalmayı tercih etmişlerdir.
Deprem; fizyolojik bir süreç ve kaçılnımaz bir sonuçtur. Deprem kuşağında olan ülkemizin buna her yönden ve her zaman hazır olması gerekir. Dere yatağı; suyun/selin arsasıdır, fay hattı; depremin söz söyleyeceği yerdir. Selin, yelin, depremin fıtrat olarak alanı olduğu yerlere, beşerlerin sahip olması; zamanla mağduriyetlerin kaçınılmaz olmasının da başlangıcıdır. Depremin teknik yanları ve yönleri elbette konuşulmalıdır. Ancak, depremin sonuçlarından hareketle; beşerin hataları dikkatlere sunulmalı, bunun ilâhi vebali üzerinde durulmalı, ölümün bir takdir olduğu da hatırlatılmalıdır. İnsanların birbirine karşı sorumluluklarının pratik sonuçları, böylesi zamanda tavan yapmalıdır. Başkalarına yapılan yardımlarla, kişilerin kendilerini manevi sigorta yaptırdıkları ilâhiyatçılar tarafından topluma anlatılmalıdır. "Her şeyde/her şerde bir hayır vardır" anlayışı ve insan olarak olaylardaki ilahi muradı bilemediğimiz için hayra yormamız gerektiği topluma hatırlatılmalıdır.
İşler yolunda gitmiyorsa; sadaka eksikliği, hastalık şifa bulmuyorsa; infak sorunu vardır. Sadaka malı korur, infak dertlere deva, hastalıklara şifadır. Reçete; sadece maddi unsurlarla tamamlanmaz. Hastalıktan kurtulmak, şifa bulmak için; tedavi gerekir. Tedavi; ilaç kullanmak, dua etmek ve infakta bulunmakla tamamlanır. İşlerin yolunda gitmesi için; işin gereğinin yapılması, helâl olması ve elde edilenin paylaşılması lâzımdır. Sağlıklıyken infâkta bulunmak, işler yolundayken sadakavermek; kişinin kendisi, ailesi ve işleri için kasko manevi sigortadır. Depremzedeler; böylesi bir afadla karşılaşmayanlar için bu anlamda büyük bir nimettir. Onlara yardımda bulunmak; aslında kişinin kendisini, ailesini, malını ve işini manevi sigorta yaptırmaktır. Allah c.c. insanları birbirine muhtaç kılmış ve birbirinin nimeti olarak yaratmıştır.
Bu nedenle; depremzedelere en yüksek düzeyde yardımda bulunmak; hem maddi/dünyevi, hem manevi/ uhrevi kazançtır. Bu durum, ayrıca da; bir Müslüman sorumluluğudur.