İslâm dini, bugünkü yasayan dinlerin büyük çoğunluğuna nazaran çok yeni bir dindir. Yani XV asırlık bir mazisi vardır. M. Ö. XIII. yüzyılda doğan Yahudilikle ve iki bin yıllık mazisi olan Hıristiyanlıkla mukayese edildiğinde, İslâm dini oldukça yeni bir din sayılır. İslâm dininin yeni bir din oluşu, onun hakkındaki bilgilerin daha sağlam ve daha güvenilir temellere dayandığını gösterir.
Her şeyden evvel İslâm, cihanşumul (evrensel) bir dindir. O, diğer dinler gibi belli bir topluma veya bölgeye değil tüm insanlığa gönderilmiş en son ve en kamil bir dindir.
İslâm dini hayatı bütünüyle kuşatır. Çünkü İslâm, sırf ibadetlere, bazı ahlakî düstur ve birçok mucize üzerine bina edilmiş bir din değildir. İslâm, bir taraftan esas itibariyle bir din iken, diğer taraftan kendine hakim bir kültür ve kendine yeten bir medeniyettir. İslâm'ın dışındaki birçok dinde bu özellikleri bulmak mümkün değildir.
Yahudiliğin kurmaya çalıştığı bencil ve sadece yahudi toplumuna hitap eden sistemini anlamak oldukça zordur.
Hıristiyanlık teorik tabanı ve aslı itibariyle dünyevî bir sistem değil; tamamen uhrevî hayata dönük bir sistemdir. Onun, prensip itibariyle dünyevî sistemlerle alakası yoktur. Mesela Hıristiyanlıkta bir hukuk sisteminden bansetmek mümkün değildir. Bugün hıristiyan dünyanın kullandığı hukukun kaynağını Hıristiyanlık değil Roma Hukuku oluşturmuştur. Bugünkü tatbikat ise tamamen tersi olmuş; kilise babalarının etkisiyle Hıristiyanlık dünyevîleştirilmiş, kilise bir çok toprak ve arazi sahibi olmuştur.
Budizm ise dünyaya sırtını dönmüş, bunun için de sadece mistik bir din olarak yaşamaya devam etmek zorunda kalmıştır.
Bu dinî sistemlerin yanında İslâm'ın dünya-ahiret dengesi içindeki yeri oldukça dikkat çekicidir. Zira İslâm, tamamen yeni bir dünya kurmayı hedef alır. Din, hayatın tüm alanlarına yön verir. Mesela, iman, ibadet ve ahlakla beraber insanın ticaret, aile, evlenme, yeme-içme gibi muamelelerini de tanzim eder.
Buradaki hedef, dünyadan gerektiği kadar istifade eden, orada meşru yoldan ihtiyaçlarını temin eden ve fakat uhrevi hayatını asla ihmal etmeyen bir toplum kurmaktır. Ancak onun kurmak istediği toplum modeli, hayali ve ütopik bir düşünce değildir. Zira, İslâm’ın oluşturmayı hedeflediği böyle bir toplumun misallerini Hz. Peygamber (ki bu dönem asr-ı saadet olarak meşhur olmuştur), Raşid Halifeler ve daha sonraki dönemlerde görmek mümkündür.
Böyle bir toplumda hak ve hukuka riayet vardır. Mazlum korunmaktadır. Beşeri tüm ilişkilerde sadece "Allah korkusu ve Allah sevgisinin" hakim olduğu görülmektedir. Medeniyetini sırf "Allah korkusu ve Allah sevgisi" üzerine kuran bir başka din ve medeniyet bulmak mümkün değildir.