Okul yıllarımız, dilde öze dönüş çalışmalarının devam ettiği yıllara rastlar. Kalemin yazgaç, hostesin gökgötürü konuksal avrat olduğu yıllardı o yıllar. Dilimizdeki yabancı kökenli kelimeleri atıp yerlerine Türkçe karşılıklar uydurma çalışmaları hızla devam ediyordu. Ancak, atılan kelimeler daha çok Arapça ve Farsça dillerinden dilimize geçen kelimelerdi. Batı dillerinden, özellikle İngilizce ve Fransızca'dan dilimize geçen kelimelere karşı biraz daha höşgörülü davranılıyordu.
Bu dönem, Güneş Dil Teorisi çalışmaları sonrasına rastlayan bir dönem olmakla beraber, dilimizde yaptığı tahribat bakımından, etkileri bugün de devam eden sonuçlar doğurmuştur. Oysa, dilimize yabancı dillerden geçen kelimeler, dilimizin ses ve gramer kurallarına göre yeniden şekillenerek dilimize mal olmuş kelimelerdi. Bu kelimelerin, dilin doğal gelişim ve değişim süreci dışında, yapay yollarla ve zorlanarak değiştirilmesi, kuşakların birbirini anlamasını da menfi yönde etkiliyordu.
Nihad Sami Banarlı Hoca'nın tabiri ile, Farsça'nın gulu dilimize geçerken incelerek gül olmuş, gûşesi de keskin bir ifade alarak köşe haline gelmişti. Yani dilimizin malı olmuştu. Kalemi yazgaç yapıyorduk ama, kalemle türetilen pek çok deyimi ne yapacağımıza karar veremiyorduk. Kalem aşısı, kalem efendisi, kalem gibi ve benzer deyimleri ne yapacaktık.
Sonra, bu zorlamalardan vaz geçilir gibi oldu. Bu sefer de dilimiz, batı dillerinden, özenti sonucu alınan kelimelerin istilasına uğradı. Türkçe'de karşılığı bulunmayan kelimeler için söylenecek bir şey olamaz. Ancak sırf özenti ve sözüm ona, kültürlü görünmek uğruna yapılan bu aymazlığın hoşgörülür yanı yok.
Bundan daha korkuncu da, yabancı dillerdeki bazı deyimleri, kelime karşılıkları ile dilimize çevirip kullanmaktaki ısrarımızdır. Vedalaşırken kullandığımız Allah'a ısmarladık, hoşça kalın, gibi deyimleri unuttuk. Yerlerine İngilizce'den çeviri kendine iyi bakı yerleştirdik. Duyunca tüylerim diken diken oluyor.
Bugün, lise hatta üniversite öğrencisi geçlerimizin eline 1960'larda basılmış bir kitabı verirseniz, okumakta zorlanacaktır. Bunun sonucu olarak, Cumhuriyet'imizin kuruluşunda, yazı ve fikirleri ile emeği geçen yazarlarımızın eserlerinin dahi, yeni baskıları yapılırken, dillerine müdahale ediliyor. Falih Rıfkı Atay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin gibi Türkçe'yi çok iyi kullanan yazarlar bile bu uygulamadan nasibini aldı. Artık, Mehmet Akif'i, Tevfik Fikret'i, hatta Yahya Kemal'i bile anlayabilen, üniversitelerin dil ve tarih bölümlerinde okuyanlar dışında, kalmadı. Oysa, onların kullandığı dil de, bizim dilimiz, yani Türkçe...
Kitapçılarda, yeni basımı yapılan kitaplara göz gezdirirken Çalıkuşu'nun öğrenci baskısı diye bir nüshasına rastladım. Elime alıp inceledim. Kitabın geniş bir özeti çıkarılmış. Öğrenciler için, kolayca okunup ödev hazırlama amacı ile hazırlanmış bir şey... Bir şey diyorum, kusura bakmayın, daha uygun bir tabir bulamadım. Okuma özürlü bir nesil yetiştirme çabalarının bundan daha güzel delili olur mu? Bu, her şeyden önce eserin yazarına hakarettir. Öncelikle, yazarın varisleri ve telif hakkı sahipleri buna müsaade etmemelidir. Ardından, adında milli ibaresi bulunan Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri konu üzerinde durmalıdır. Bin Temel Eser deyip, eserlerin kuşa çevrilmiş nüshalarının okuyucuya sunulmasına göz yummak kültürümüze karşı işlenmiş bir suçtur.
Konu ile ilgili olduğunu düşündüğüm bir olaydan bahsederek bu haftaki yazımı noktalayacağım. Sayın Murat Bardakçı'nın konuk olduğu bir televizyon programını izliyordum. İzleyicilerden biri, yanlış hatırlamıyorsam, Nefi'nin bir beytini göndermiş. Sayın Bardakçı, beyti sessizce okuduktan sonra Nefis bir beyt, size okumak isterdim ancak vezni hatalı. Nefi, böyle hatalı bir vezin kullanmayacağına göre, ya beyt Nefi'ye ait değildir, ya da yazan yanlış yazmıştır. Onun için okumuyorum. sözleri ile, beni hayran etti. Öncelikle, okuduğu beytin veznini anında çıkarıp, hatalı olduğunu belirlemesi, ardından vezni hatalı olduğu için beyti okumaması, doğrusu, takdire şayandı. Bugün de, böyle konularda hassasiyeti olan insanların var olması beni mutlu etti.
Teşekkürler Sayın Bardakçı...