İnsanlar, hayatlarının yol haritasını belirler ve günlük yaşamlarını devam ettirirlerken, bir takım referanslara itibar ederler. Gelenek, görenek, örf, adet ve inanç bu referansların en başta gelenleridir. Eğitim durumu, yaşanılan çevre, sosyal statü, içtima haller, ticari hayat da alt belirleyenler olarak ifade edilebilir. Unvan, makam, imkan, mekan gibi unsurlar da insanın yaşamına yön veren etkili unsurlardır.
Tüm bunların üzerinde, temel ve şemsiye belirleyici hiç şüphesiz “İman”dır. İmanın kuvvetli ve zayıf oluşuna göre de, kişide duyarlılıklar oluşur. Toplum nezdinde, bu duyarlılıklara “Dini Duyarlılık” veya “Dini Hassasiyet” denir.
Referansı, dini inanç olan duyarlılıkların, kişileri doğru istikamete götürmesi vahyi bir kabuldür. Vahyin mesajı ve Peygamberin sünneti, dini duyarlılığın kaynağıdır. İfade ettiğimiz bu değerlendirme, doğru yerden bakılıp, doğru işler yapıldığında gerçekleşecek olanıdır.
Eğer; dini duyarlılık ve hassasiyet sahibi olduğunu ifade eden birisinin, vahyin mesajından ve peygamberi sünnetten haberi yoksa, onun yol haritasını belirleyen referansları daha çok duygusal nitelikte olacaktır. Dini bilgi açısından cahil olan bir kimsenin dini duyarlığı, anasından, babasından, çevresinden ve hocasından duyduklarına göredir. Hz. Ömer bir sözünde, “dininizi iyi öğreniniz, yoksa yaşadıklarınız din olur.” buyurmuştur. Dini bilgi sahibi olmayan duyarlılar, günlük yaşamı dinin kodları olarak görebilirler. Her ne kadar, eğitim seviyesi düşük olan insanlara atfen, “onlar cahil olsalar bile arif insanlardır” diyerek bir değerlendirme yapılıyorsa da, bu değerlendirmede o kimselerin dini duyarlılıklarının kaynağı değil, duygusu ifade edilmektedir.
Toplum içinde; namaz, oruç, zekat ve hac gibi temel ibadetleri yerine getirme konusunda çok hassas olan bazı kimselerin, zaman zaman haram yediklerini, yalan söylediklerini, dedikodu yaptıklarını, kişisel hak ihlallerinde bulunduklarını görmek ve duymak mümkündür. Buna dini duyarlılık denmez, aksine söz konusu durumu “dini duyarsızlık” kavramıyla ifade etmek en doğru tanım olur.
İbadetler, Yüce Allah’ın emri olduğu için yerine getirilir. Ancak, her ibadetin mutlaka insana kazandıracağı faydası, bilinen ve bilinmeyen birçok hikmetleri vardır. Hikmetlerinin en başında geleni, sahibini haramdan korumasıdır.
Temel ibadetlerini yerine getiren bir kimsenin haram ve yalanla yolları buluşmaması gerekir. Bir Müslüman; namaz kıldığı, oruç tuttuğu, hac ibadetini yerine getirdiği halde haram yiyor ve yalan söylüyorsa, o kimsenin dini duyarlığından bahsedilemez.
Haram gıda ruhu ve vicdanı rahatsız eder. Bu tür gıdalarla beslenen insanın manevi duyguları körelir, duaları karşılık bulmaz. Bu kişiden dini bir duyarlılık da sadır ol(a)maz. Gıdası haram ve yalan olanların dini; yaşadıkları hayatlarıdır. İnandığı gibi yaşamayanın, yaşadığına inanması kaçınılmaz bir sonuçtur. İnandığı gibi yaşamak için de vahyin ve sünnetin iyi bilinmesi gerekmektedir. Hakikatin görülmesini engelleyen perdeler üzerinden dini duyarlılık ve hassasiyet oluşturulamaz. Dinini bilmeyenden “Dini Duyarlılık” beklen(e)mez. Duyarlılık; duygusal bir inancın sonucu değil, doğru öğrenilen dinin, hayata yansımasıyla olur ancak.