Bu kitap, aslında, bir ifşâ'dan ziyâde bir îkaz ve bir 'ihbar' kitabıdır. Çünkü; bâzı yaşanmış hâdiselerin, ilgililer tarafından,-belki de- henüz olgunlaşmamış-ham bilgiler kabûl edilerek, inandırıcı bulunmayarak veya vahim görülmeyerek, mes'elenin üzerine gidilmemiştir. Tabiî ki, benim, niyet okuyarak, bunu, bilebilmem mümkün değildir!..
Kitabın mevzûu, hangi ilgilileri muhatap almaktadır, o da ayrı bir husustur. Şüphesiz ki, bunda, sâdece kanaat belirtebilirim: Meselâ, adâleti; meselâ, siyâsî salâhiyet sâhiplerini; meselâ, işin ilim cephesi olan ilâhiyatçıları...Ve tabiî ki, kendini mes'ul hisseden herkesi!..Aklıma gelenler bunlar!..
Çünkü; "Dinlerarası Diyalog", "hak dîn" olan İslâm üzerinde gizli, sinsi veya alenî bir oyunu, bir tahribat hamlesini, bir tuzağı ve nihâî olarak 'imhâ'yı işâret etmektedir.
Mukaddes kitâbımız Kur'ân-ı Kerîm'de, Âl-i İmrân sûresinin 19. âyetinde, Allahü teâlâ: "Allah indinde hak dîn ancak İslâmdır" buyurmakta; ve yine aynı sûrenin 85. âyetinde de: " İslâmdan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilemez" buyurmaktadır.
Kitabın yazarı: Mehmet Oruç'tur. Mehmet Oruç, 8 Mayıs 2011 yılında, 58 yaşında iken rahmetli olmuş, günümüzde en çok tartışılan bir mevzû üzerine değerli bir eser bırakarak aramızdan ayrılmıştır.
Elimde, birinci baskısı bulunan 291 sayfalık "Dinlerarası Diyalog Tuzağı ve Dinde Reform" adlı, 2003 yılında Arı Sanat Yayınları arasında neşredilmiştir.
Mehmet Oruç, eserinin ÖNSÖZ'ünde şöyle demektedir:
"Hıristiyan âlemi, özellikle İngilizler, 18. asırdan itibaren, İslam âlemine karşı uyguladıkları planları gözden geçirmeye başladılar. Çünkü, asırlardır uyguladıkları yıkma amaçlı planlar istenilen neticeyi vermemişti.
(...) Bir şeyi yapmak için de yıkmak için de o şeyi iyi bilmek gerekir. Bu prensip gereği, İslâmiyet'i en ince teferruatına kadar bilen binlerce casus yetiştirdiler. İslâm âlemine dağılan bu Müslüman, hattâ âlim kılıklı ajanlar, Müslümanların inancını hassas noktalardan karıştırmaya başladılar. İngiliz Entilejans servisi elemanlarından Hempher hatıralarında (1730) İslâm ülkelerinde beşbin elemanlarının bulunduğunu yazmaktadır.
(...) Bu proje ile İslâmiyetin içi boşaltılıp, emir ve yasağı olmayan felsefî bir sistem haline getirmekti gayeleri. Bu, sondan bir önceki safhaydı. Bundan sonrası, "Hıristiyanlaştırma" projesidir." (Sf. 5-6)
"Hempher diyor ki; Büyük Britanyamız çok geniştir. Güneş, denizleri üzerinde doğduğu gibi, yine bu denizlerin üzerinde batar. Devletimiz, Hindistân, Çin ve Ortadoğudaki sömürgelerinde nisbeten za'îfdir. Bu memleketler, tam ma'nâsı ile idâremizin altında değildir. Fekat, buralarda çok faal ve başarılı bir politika tatbîk ediyoruz. Hepsi elimize geçmek üzeredir. Burada iki şey mühimdir:
1- Elimize geçmiş yerleri elimizde tutmağa çalışmak,
2- Elimize geçmemiş yerleri ele geçirmeğe çalışmak.
Müstemlekeler (sömürgeler) nâzırlığı, bu iki vazîfeyi îfâ etmek üzere, bu devletlerin her biri için, birer komisyon teşkil etmiştir." (Bknz. İngiliz Câsûsusun İ'tirâfları, Tercüme eden: M. Sıddık Gümüş, Hakîkat Ltd. Şti Yayınları, İstanbul, 2000, Sf. 5)
Kitaba bir "TAKRÎZ" yazan Prof. Dr. Ramazan Ayvallı'nın verdiği değerli bilgilerinden bâzılarını da sunarak, mes'eleyi daha geniş cepheli düşünelim:
"Sahabe-i kiram ve Tâbiîn devrinden başlayarak geniş İslâm dünyâsı içinde birçok âlim ve velî gelip geçmiştir. Bu büyük âlim ve velîler, kendi asırlarında olduğu gibi, zamanlarından sonra da dâimâ sevilen ve sayılan, nasihat ve tavsiyelerinden istifade edilen, hayatları örnek alınacak kimseler olmuşlardır. Şüphesiz ki, iyi insanların hayatları öğrenildikçe, iyilerin adedi artacaktır.
(...) Asr-ı Saâdet'ten sonra, târih boyunca insanlığa huzurlu devirler yaşatmış olan Emevîler, Abbâsîler, Karahanlılar, Gazneliler, Timuroğullar, Bâbürlüler, Selçuklular, Osmanlılar ve daha birçok İslâm devletinin sultanları, hep bu büyüklerin rehberliğinde insanlık âlemine hizmet etmişlerdir" (Sf. 10)
Prof. Ayvallı, şöyle devam ediyor:" Medyada zaman zaman misyonerlerin faaliyetlerine dair muhtelif yazılar, konuşmalar ve açıklamalar yer almaktadır. Bunun yanında "DİYALOG" la ilgili çalışmalar da göze çarpmaktadır. Biz, bu vesile ile ifade edelim ki, asla ve kat'a "dinler veya medeniyetler çatışması"ndan yana değiliz. Çünkü tarihte Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında cereyan eden "HAÇLI SEFERLERİ"nin nasıl milyonların ölümüne, mamur ülkelerin harap olmasına sebep olduğunu bilmeyen yok gibidir. Tarihen sabittir ki, haçlı seferlerini maalesef Hıristiyanlar başlatmıştır. Hatta tarihteki hemen hemen bütün muharebelerde Müslümanlar nefsi müdafaada bulunmuşlardır. Modern dünyada harbe taraftar olan hiçbir aklı başında kimse yoktur. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılınca hür dünyada herkes çok sevinmişti. Ama ne yazık ki beklenen barış ortamı doğmadı. Tek kutuplu kalan dünyada hakim olan Hıristiyanlar, bugün için zayıf olan Müslümanlara yüklenmeye, zulmetmeye, ülkelerini işgal etmeye başladılar. Ayrıca çeşitli hilelerle Müslümanları dinlerinden döndürmek için çok kesif çalışmalara başladılar. Halbuki yegane bozulmayan hak din olan İslâmiyetin mensupları ile muharref dinler olan Yahudilik ve Hıristiyanlık müntesiplerinin elele vererek çalışabilecekleri birçok saha vardır. Meselâ uyuşturucu, alkolizm, fuhuş, rüşvet, dolandırıcılık, terör, zulüm, her çeşit ahlâksızlık, ateizm, işsizlik, fakirlik gibi- daha pek çok şeyi sayabiliriz- birçok konuda iş ve güç birliği yapabilirler, bunlara karşı mücâdele verebilirler. Ama maalesef durum böyle değil." (Sf. 15-16)
Evet; bu "maalesef" kelimesi, her şeyi altüst ediyor!..Niçin "maalesef"?..Çünkü; bütün Türk yurtları ve bütün İslâm âlemi, Prof. Ayvallı'nın ifade ettiği gibi -hâlâ- kesif bir hıristiyanlık baskısı altındadır. İktisâdî güçlerini silâh hâline çevirerek insanları katletmekten çekinmeyen hıristiyan dünyası, her fırsatta, mazlum, mâsûm ve hattâ açlık tehlikesiyle karşı karşıya olanlara, sırf kendi dinlerinden ve ırklarından olmadıkları için merhamet etmemektedirler. Merhamet etmemek bir yana, onların üzerlerine acımasızca silâh doğrultmaktan çekinmemektedirler.
Bilmek lâzımdır ki, bu durum, zamanımızda, eskisine nazaran daha vahim bir hâl almıştır.
İşte, "maalesef" bunun için kullanılmış bir kelimedir. Ya onlarla veya onlardan olunacaktır ya da her türlü eziyetlere uğranılacak, zulme mârûz kalınacaktır...Hem de, dillerinden düşürmedikleri hürriyet adına, demokrasi adına, insan hakları adına...Bu kadar 'yalan' târihin hiçbir döneminde söylenmemiştir!..
Mehmet Oruç, eserinde, Papa II. Paul'ün ağzından, "diyalog masalı"nı şöyle naklediyor: "Dinlerarası diyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır...Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir."
(...) "Kardinal Francis Arinze ise, geçmişten bugüne gelinen noktayı anlatırken bunun Kilisenin bir misyonu olduğunu ifade etmektedir: "Papa VI. Paul'ün vizyonu gerçekleşmektedir. Çünkü dinlerarası diyalog, Kilise misyonunun normal bir parçası olarak görülmektedir. (Bulletin, 59/XX-2, 1985,124).
Mehmet Oruç devam ediyor ve günümüzü de ilgilendiren mühim bir hâdiseyi işâret ediyor:
"Papa'yı ziyâret eden Fethullah Gülen de bu konuyu vurgulamıştır:
"Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz." (F. Gülen'in Papa'ya mektubundan, Zaman, 10.2.1998)
"Nihai hedeflerini de Papa II. Paul'un 2000 yılı mesajında şöyle bildiriyordu: "Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yolda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım" (Sf. 19)
Mehmet Oruç'un, Aytunç Altındal'dan yaptığı nakil de ilgi çekicidir:
"Hristiyan teoloji uzmanı Aytunç Altındal'ın açıkladığına göre Papa, 1998'de Fethullah Hoca'yla görüşmesinden sonraki günlerde dünyada iki kişiyi gizli, kardinal tayin etti. Bu gizli kardinaller başka bir dinin mensuplarından seçildi. Yapılan araştırmaya göre, bu gizli kardinallerden birisi İslâm dünyasında "âlim" olarak bilinen birisidir. Bu gizli kardinal, mensup olduğu dinin veya mezhebin batıl olduğunu, gerçek dinin Hıristiyanlığın Katolik yorumu olduğunu ilan eder ve bağlılarıyla birlikte bu dine geçer. (7 Mart 1998, Akit)" (Sf. 47)
Yukarıda, kitabın, 2003 yılında neşredildiğini söyledim. O hâlde, Türkiye olarak geldiğimiz hâle fazla şaşırılmaması gerekir, değil mi?
Niyetlerinin ve nihâî hedeflerinin, zaman içinde Kur'ân-ı Kerîm'siz ve Hazret-i Muhammed (s.a.v)'siz, kendi kafalarına göre bir dîn inşâ etmek ve bunu da Kilise'nin emrine vermek olduğunu ifade ve îmâ etmekten çekinmeyenlerin kurdukları tuzağa karşı, hepimizi uyarıcı bir esere sâhibiz.
"Dinlerarası Diyalog Tuzağı"; karşı karşıya bulunduğumuz ve belki de çok daha uzun seneler, bütün mâddî ve mânevî değerlerimizi altüst etmeye yönelik bir büyük tehlikenin beyânıdır. Hattâ, ilk cümleme dönerek tekrar edeyim: Bu eser, bir ifşâ'nın değil, ta 2003 yılında bir îkaz'ın ve bir ihbar'ın kitabı olarak neşredilmiştir.
Bu ihbar, adresini bulamadığı için, Türkiye ve Türk dünyâsı, bütün İslâm âlemi ve hattâ dünya vahim günler yaşamış ve yaşanmaktadır.
İktisâdî sömürgeciler, an'ane, dil, kültür ve bunların da fevkinde "dîn" sömürücülüğünü ve sömürgeciliğini gaaye edinmiş ve hedeflerine yerleştirmişlerdir. Bunların iç ve dış işbirlikçilerine, "maalesef", engel olmak bir yana, "yol açılmış" olması, bâdirelerin başlangıcını teşkil etmiştir.
"Dinlerarası Diyalog Tuzağı", dokuz ana bölüm hâlinde sunulmuştur. Bunlar; Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü, Dinlerarası Diyaloğun Gayesi, Misyonerlik Faaliyetleri, Bugünkü İnciller, Dinlerarası Diyaloğa Alt Yapı Oluşturulması, İslâmın Protestanlaştırılması, Yabancı İlim Adamlarının Görüşleri, Dinlerarası Diyalog Zemininin Oluşturulması ve Yıkıcı Akımlardan Korunmanı Yolu'dur.
Böyle bir eserle tanıştığım ve böyle bir eseri okurlara tanıştırma imkânı bulduğum için çok mes'ut ve memnunum. Bu vesîleyle; onu, bizlere kazandıran Mehmet Oruç Bey'e Allahü teâldan rahmet diliyorum. Nûr içinde yatsın!..