DOĞAL FELAKETLERİ ve DEPREMİ UNUTMA!
Bir doğal felaket olan depremler, dünyamızdaki yer kabuklarının yerleşmesi veya yer değiştirmesi ve kırılması sonucu derinlerden gelen sarsıntı ve yıkımlardır. Hatırladığım depremlerden ilki filimlere konu olan Varto depremi olmakla beraber diğerleri Egedeki Emet depremi ben ortaokuldayken olmuştu. Ardından 1976 da kendimin de deprem bölgesinde bulunduğum ve çalışmalara katıldığım Van gölü'nün kuzeyindeki Çaldıran-Muradiye çevresindeki deprem çok sayıda yıkıma ve ölüme sebebiyet vermişti. Dış destek ve yardım da gelmişti, o depremde bölgeye ulaşmadan kaçırılan tır dolusu malları hala unutmam. Erzincan ve 17 ağustos marmara derken Dinar depremini de gördük. Marmara depreminin yakın tarihimizde, diğerlerinden daha çarpıcı olan yanı; ülkemizin nüfusu en kalabalık ve yerleşimi en yoğun olan illerimizde meydana gelmesiydi. Çok katlı ve genelde depreme dayanıksız denetimsiz yapıların bir karton kutu gibi yıkılması, bir kiprit çöpü gibi kırılan beton kolonlar ve bunların arasında kalan ölen, feryat eden insanlar için çok az şey yapabilmemiz ve çaresiz kalmamız, hiçbir depremi ve doğal felaketi unutmamamız gerektiğini öğretmiştir sanırım.
Yıldönümün de, hala yaraları sarılamayan büyük felaket Marmara depremi 1999 yılında Kocaeli, Yalova, Sakarya, Bolu, İstanbul, Bursa ve Zonguldak'ta Saat 03,o1 sabaha karşı meydana geldi. 45 saniyelik bir süre ile şiddetli bir sarsıntıyla her yer allak bullak oldu.
Evet Kandilli rasathanesi verilerine göre İzmit merkez olmak üzere Gölcük arasında olan kırılma 7,8 büyüklüğündeydi.
Yer yarılıp içine giren kooperatif sitelerinden tutun, bibirinin üstüne yıkılan ve dağılan çok katlı binalar insanlarımıza mezar oldu. Depreme hazırlıklı olmayan ve duyarlılığını kadere bırakan ülkemizde depremin ilk saatlerinde kurtarma ve sağlık yardımı ve yeterli insan bulunmadığından bu işler gönüllülerce yürütüldü. Bu ortamda bir ünlü dağcımız ortaya atıldı ki; Nasuh Mahruki arkadaşlarıyla birlikte Arama ve kurtarma ekibini "AKUT" kurarak harekete geçti ve örnek alınacak kurtarmalar gerçekleştirdi. Yaptığı yararlılıklar, sonradan devlete bile örnek oldu. Hala hayatta olan dağcımızı unutmadık, kendisine daima teşekkür borçluyuz.
Depremde resmi açıklamalara göre 17. 480 kişi hayatını kaybetti. 43.953 kişi yaralandı. 73.342 bina yıkılanlar ve çökenlerle birlikte hasar gördü. Tabii ki bu resmi tesbitlerden sonra oluşan farklı rakamların sürekli artmasıyla 20000 sayısına ulaşan ölü sayısından da söz edilmektedir. Türkiye daha bu felaketin etkisi içindeyken aynı yılın 12 kasımında saat 18.57 de Düzce'de şiddetli bir depreme daha yakalandı. Büyüklüğü 7.5 olan depremde 763 kişi daha hayatını kaybederken yine yoğun yerleşimi olan ilçemizde (il oldu) 35.519 bina da resmi rakamlara göre ağır hasar ve yıkılma oldu.
Bugünlerde deprem kuşağında olduğunu anladığımız ülkemizde bu konuda vatandaş ve devlet olarak neler yaptığımızı her an sorgulamamız gerekmektedir. "Dask" sigortasını yaygın ve işler hale getirmeyi, depremle ilgili her türlü argümanı halkın sahiplenmesini, sivil toplumu hareketlendirerek afetlerin zararlarını minumuma indirmek gibi çalışmalar yapılmalıdır. Halktan hiçbir şeyi gizlememek ve halkın dışardan katılımını sağlamak için mahalli, "Akut" gibi guruplar kurulması teşvik edilmelidir. Düşündürücü olan bir bakan hala, "48 milyar liralık deprem vergisi nereye gitti" sorusuna " duble yol yaptık" cevabını verebiliyorsa en azından AKP hükümetinin, afetleri kaderine bıraktığının işaretidir. Canik ve Atakum gibi önlenebilir afetlerin önüne geçemeyenle Allah korusun olası bir depremde ölmekten başka elimizden ne gelir... ?! Saygılarımla.