Atalarımız eğri oturup doğru konuşmak deseler de ben farklı düşünmekteyim, eğri oturmadan doğru oturup doğru konuşmak gerektiğine inandığımdan yazımı yazarken de kafamı dik tutmaya çalışıyorum. Zira eğri oturmak eskidendi, kalemle yazarken ister istemez eğilmek gerektiğinden atalarımız öyle demişler ama artık Bilgisayarda yazdığımıza göre eğri oturmaya gerek olmadığı kanaatinde olduğumdan yazı başlığını da doğru oturup doğru konuşmak gerekirse koydum. Muhafazakar bir toplum olduğumuzdan her şeyi ilk duyduğumuz gibi telaffuz ediyoruz, oysa ki söylenen sözün neden öyle söylendiğini de araştırıp güncelleme yapma gereğine inanmaktayım. Fıkıh kitaplarında taa bin dört yüz yıl öncesindeki kuyularla ilgili kuyuların temizliği konusu var; hâlâ daha aynı konuları okur dururuz, oysaki bu devirde kuyu mu kaldı? Her neyse bu kadar giriş yazısı yeter gelelim asıl konumuza. Bugün şehirde yapılan hatalar ve olması gereken doğruları konuşmak istiyorum. Bu konuda kitabın ortasından, dosdoğru olanları yazmaya çalışacağım. Diyeceksiniz ki zaten her yazın öyle değil mi, evet öyle de bazen yazılması gereken bazı gerçekleri de yazmadan geçebiliyoruz… Bugün şehirde yaşanan bazı olumlu ve olumsuz konuları yazmak istiyorum. Şehrimiz demografik yapısı itibarı ile ülkemizde yaşayan her çeşit insanı barındıran çok renkli bir nüfus yapısına sahip olduğundan sürekli olarak yerliler, yabancılar çekişmesi gündemde bulunmakta, bu nedenle de sürekli siyasi ve sosyal çekişmeler yaşanmakta, bu durumdan en büyük zararı da şehrimiz görmekte. Matbaaya yeni bir CTP makinası almak üzere İstanbul’a ve Ankara’ya gittiğimde şehrimizle ilgili insanlardan duyduğum ortak şey ne oldu biliyor musunuz, tamamı, “Şehrinizde birlik yok, herkes kendi tarafına çekiyor, gidin dibinizdeki Ordu’ya bakın, sağcısı, solcusu şehrin menfaati için anında nasıl birleşiyorlar. Gidin Çorum’a bakın sizin yarı nüfusunuza sahip olmayan Çorum gerek sanayileşmede gerekse tarım ve hayvancılıkta sizi nasıl sollamış”. Bu söylenenleri azıcık düşününce tamamının doğru olduğuna kanaat getirdim ve oturup acaba bu şehir neden bir adım yol alamıyor diye kendi kendime sordum. Aklıma ilk, on sekiz yıldır bu şehrin Büyükşehir Belediyesi’ni yöneten Vezir Hazretleri geldi. Adam ilk seçildiği parti olan ANAP’ta O’nu aday yapan Adem Yıldız, Mehmet Çakar, Ercan İnce, Mehmet Atay gibi siyasetçileri sepete koydu. Ardından bir yolunu bulup AK Parti’den aday oldu. O dönem kendisini partiye alan Kayınçomdan Ahmet Yeniye, Mustafa Çakır’a ve en büyük siyasi desteği veren o günkü Refah, Fazilet Partilerinin meclis üyeliğini yapan başta Yunus Güney olmak üzere birçok ismi sepete koydu. Ardından 2004 yılında bizim seçilmemizle birlikte dört yıl boyunca bizi tepe tepe kullandı; ne zaman ki biz biraz dik durduk anında bizi de sepete koydu. Bırakın bizi merhum Kayıkçıbaşı O’nun için her şeyi yapmış olmasına rağmen adamı sepete koydu. Bizden sonra bir dönem Emin Kazım Şen’i kullandı ama O’ndan istediği randımanı alamayınca O’nu da sepete koydu. Şimdi de Cukkacıbaşı’nı kullanıyor, bakalım onu ne zaman sepete koyar. Peki, O bu kadar manevraları yaparken diğer siyasetçiler ne yaptılar derseniz, büyük bir kısmı ona uyum sağlamaya çalıştı; ters düşenler de ya istedikleri ihaleyi istedikleri adamlarına verdiremedikleri için ters düştüler veya işe koyulmasını istedikleri adamlarını Vezir Hazretleri işe almadığı için ters düştüler. Hiç bir tanesi şehrin menfaati için karşısında adam gibi dimdik durmadığından adam on sekiz yıldan beri adeta hepimizle dalga geçercesi
ne ne oyalayıp durdu bu şehri. Birilerine göre çok büyük iş yaptı, ödüller alıyor, şehrin vizyonunu değiştirdiği iddia ediliyor. Ama bana göre hiç de öyle değil. Yirmi yıla yakın bir süredir sadece ve sadece şehre makyaj yaptı, bunun dışında taş üstüne taş koymadı. Bugün Büyükşehir Belediyesi’nin borcu ile ilgili dokuz yüz milyon liranın üzerinde bir rakamdan bahsedilmekte. Bu kadar büyük para nereye gitti derseniz, üç tane gözüken şey var; katı atık tesisleri, kanalizasyon ve hafif raylı. Bunun dışında akrabai taalllukuna ve yandaşlarına verdiği çevre düzenlemeleri, çiçek böcek düzenlemeleri, yol ihaleleri v.s.nin dışında yaptığı başka bir şey yok. Ama adam piyasada öyle bir hava yayıyor ki dersiniz O olmasa Samsun yok olur… Her şeyi o yapıyor, bir gün Bafra da ekin ekiyor, bir gün Tekkeköy’de tütün topluyor, bir gün Vezirköprü’de Çerkes köyünde ahbaplarını ziyarete gidip basına servis ediyor… Tüm bu olup bitenlere diğer siyasetçilerimiz ya sessiz kalıyor veya O’nun yerinde gözü olan Botoksluların yarı resmi elahram gazataları gibi 24 saat aynı konuları yazıp çiziyor ve kimse ciddiye almıyor. Oysa burada yapılması gereken tek şey siyasetçilerin bir araya gelip buna bir dur demeleri. Ayrıca Vali Bey O’na daha mesafeli durup yerini bildirmeli. Yerini bildirmeli deyince önceki gün çok enteresan bir şey yaşadım; Atakum’daki inşaat giderken Vali Bey’in aracıyla kesiştik, aracı kullanan oğlum dedi ki “Baba Vali Bey bu şehrin en büyük mülki amiri ama sürekli ön planda Belediye Başkanı var, bunun nedeni nedir?”, inanın çocuğa diyecek bir şey bulamadım. Bu eleştiriyi yaparken Vali Bey’in de haklı tarafları olduğunu biliyorum. Zira bazı öküz belediye başkanlarının Vali Bey’in girdiği meclislerde ayağa kalkmadığını duydum. Vali Bey’in haklı olarak o öküzlerle oturup kalkacak hali olmadığından Vezir Hazretleri’yle oturup kalkmak zorunda kalıyor. Vali Bey’i sevmeyebilirsiniz ama o bu şehirdeki devletin en büyük mülki amiridir; bulunduğunuz ortama geldiğinde ayağa kalkmak zorundasınız, giderken de O’nu yolcu etmek devlet terbiyesinin olmazsa olmazıdır. Vali Bey’i zaman zaman bende şiddetli bir biçimde eleştiriyorum ama eleştirdiklerim icraatlarıdır, bulunduğum meclise gelse ayağa kalkar saygımı gösterir, devlet terbiyemin gereği neyse yaparım. Sadece devlet terbiyesi değil, insan olarak aldığım aile terbiyesi de bunu gerektirir. Vezir Hazretleri yurtdışına giderken O’nu ta havaalanına kadar gider yolcu ederdim, gelince de gider karşılardım. Bana bir kaç kez yapma demesine rağmen, kendisine, ailemden aldığım terbiyenin bunu gerektirdiğini söylerdim. İşyerime gelen kim olursa olsun kalkar karşılarım, hoşbeş ederim, giderken de asansöre kadar yolcu ederim. Bir belediye başkanı şehrin valisine bu nezaketi gösteremiyorsa ona sadece öküz denmez, öküz oğlu öküz denir çünkü onları yetiştirenler bu terbiyeyi vermemişler ki bu öküzlüğü yapıyorlar, bu da öküz oğlu öküz ifadesini gerektirir. İnsanlara kızabiliriz, icraatlarını eleştirebiliriz ama bu insanlar düşmanlarımız dahi olsalar mekanlarımıza geldiklerinde onlara saygı duymak zorundayız. Ben şahsen eleştirdiğim insanlar ziyaretime geldiğinde böyle davranıyorum. Aynı şekilde, çok yakın görüştüğümüz insanlar olsalar dahi toplum önünde onların bulundukları makama saygılı olmak zorundayız. Örneğin Hakan Durmuşoğlu benim sevdiğim bir arkadaştır. Ama Cumhurbaşkanı’yla çekildiği resimde önünü iliklemediğini görünce, anında tepkimi gösterip, manşet haberi yaptım. Bu, bizim insanlara karşı yapmak zorunda olduğumuz bir hizmettir. Çünkü Cumhurbaşkanı makamı, kimsenin hafife alacağı bir makam değildir. Ha keza Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı olmasa da cekete düğme vurmayı gerektiren bir kişidir. Yani demem o ki o ayağa kalkmayan öküzler, onlara olan tavsiyelerime uysunlar. Bu şehri seviyorsak ve azıcık bu sevgimizde samimiysek oturup konuşup şehir için yapılması gereken neyse hep birlikte yapalım. Benim diyeceklerim şimdilik bunlar; varsa aksini iddia eden gelsin konuşalım. Kalın sağlıcakla.