Dünya nimetleri insana güzel gösterilmiş, bu konu Kur’ana da konu edilmiştir. Mal, mülk, şöhret, şehvet ve servet gibi dünyalıklar kişinin hayatını akışını önemli derecede etkiler. Bunları Kur’an yolu ile hatırlatan yüce Allah, esas olanın takva sahibi olmak ve ahireti hesaba katarak yaşamak olduğunu bildirmiştir. Bu kalın çizgi insanın kulluğunun kalitesini de ortaya koyar. Dünya imtihanın unsurları olan söz konusu nimetlerin ne için ve nasıl değerlendirildiği imtihanın sonucunu belirler.
Hak ve hakikatten, gerçek ve doğrudan yana olmak da kulluğun esaslarındandır. Doğrunun yanında olup, tarafı olduğunu ilân etmek gerçekçi insanların işidir. Taraf olmayan bertaraf olur atasözü konuyu anlatmak makamından önemli bir etki gücüne sahiptir. İnsan her hangi bir konuda tarafını belirler ve belirtirken ya hesap ve menfaatlerini ya da inanç ve değerlerini göz önünde bulundurur. Hangisi hayatının akışında egemenlik kurmuşsa kişinin taraf olduğu yer de ona uygun olur.
Kararsızlığın en kötü karardan daha kötü olduğu toplumsal kabul gören bir anlayış haline gelmiştir. Sözüyle özünü, fiiliyle sözünün ayrı olması kişi güvensiz, ayrıca itikadi ve ameli anlamda münafık yapar. Aleyhinize bile olsa yalan şahitlik yapmayın buyuran yüce Allah, inanan insanın doğrunun tarafında olmasını, bundan zararlı çıkıyor gibi bir sonuç görünse bile, yerini buna göre konumlandırmasını istemektedir.
Doğrunun tarafı ve gerçeğin temsilcisi olmak, düzgün insan için zor değildir. Hayatını iman ve değerleri şekillendirmiş bir kimsenin yeri doğrunun yanıdır. İnanan insan zorluklarla karşılaşsa bile doğrunun tarafı olmaktan şikayetçi olmaz, aksine bunun mücadelesini vererek bedelini öder. Doğrunun yanında, gerçeğin tarafında olmak, bir iddia ve idealdir. Hamaset ve hayel dünyasında yaşayanların doğrunun tarafında olması beklenemez. Doğrunun günlük menfaati değil, değersel karşılığı ve ahiret yansıması vardır.
Yüzde doksan dokuzu müslüman olan bir toplumda, yanlışın yanında, doğrunun karşısında her hangi bir kimsenin olmaması gerekmektedir. Ancak, günlük tecrübeler gösteriyor ki, insanların doğruları izafiyet arz etmektedir. Çıkar ve menfaate göre taraf belirlemek inanan insanın tavrı olmamalıdır. Özellikle, gücün hakim ve belirleyici olduğu toplumlarda, hakkın ve hakikatin tarafı değil gücün ve hesabın tarafı tercih edilir. Genellikle beşeri sistemler insanların güç merkezli bir toplumsal yapıya dönüşmesini sağlamaktadır.
Vahye dayalı insan zihni, günlük yaşamda da, ömürlük hesapta da, hakikati kendine yaşam biçimi olarak tercih etmiş olur Hiçbir menfaat onun doğrunun karşısında olmasına neden teşkil edemez. İnandığı değerler, yaşamının yol haritasını da belirlemiştir. Değer yargılarının kaynağı vahyin ürünü olan insan her zaman doğrunun ve gerçeğin tarafındadır.
Doğrunun ve gerçeğin hangisi olduğu hususunda da belirleyici unsur ya vahyin ürünü olan değerler, ya da menfaat ve çıkarın ortaya koyacağı sonuçlardır. İnsanı yaratan, kainatın sahibi olan yüce Allah doğrunun ne olduğunu ve bunun tarafında olup, olmamanın ortaya çıkaracağı dünyevi ve uhrevi sonuçları da bildirmiştir.
Öyleyse; İslamı din olarak tercih eden veya müslüman bir ailede doğarak bu tercihi onaylayan bir itikatdi kabulün sahibi olan müslüman doğrunun tarafında, gerçeğin yanında olmak zorundadır. Bunun için bedel ödemek gerekiyorsa ödenmelidir. Doğrunun yanında durmak için ödenen her türlü bedel, karşısında olduğu için elde edilecek menfaatten her zaman hayırlıdır. Doğru Allah’tan, yanlış şeytandandır.