Değer verdiklerin ve değer gördüklerin diye insanları iki katogarik sınıfa ayırabilirz. İnsanın insanla imtihanı, insanın dostuyla imtihanı, insanın değer verdikleriyle imtihanı her gün karşılaşılan bir durumdur.
Değer verdiklerin; iltifata doymaz, hırsları bitmez, fesatlıkları sinmez, agresiflikleri sona ermez. Bu tipler; hayatı dostuna da, arkadaşına da zehir ederler. Bu konuda o kadar şikayetçi olanlar var ki, neredeyse herkes vefasızlık yapıyor. Herkesin şikeyetçi olduğu bir konu; o toplumun karekteristik bir rahatsızlığı hâline gelmiş demektir.
Değer gördüklerin vardır ki, işte onlar; ruha gıda, dertlere şifa, sorunlara çare olurlar. Müşfik ve yumuşak olan bu tipler; insanın gerçek dostlarıdır. Hayat onlarla güzeldir. Onları görmeseniz, ellerine uzlaşmasanız, gözlerine/yüzlerine bakma fırsatı bulamasanız da, varlıklarını bilmek size nefes alma kolaylığı sağlar. Hislerinizle nefeslerini hisseder, nefeslerinizle onları takip edersiniz. Bu tipler; hayatı kolaylaştırır, huzurlu ve mutlu yaşama katkı sağlarlar.
Söz konusu insan tiplerini seçmek her ne kadar iradi bir durum ise de; bazen hayatın akışı sizi onlarla buluşturmaktadır. Böyle olunca da, onlarla buluşmak da onlardan uzaklaşmak da ilahi bir programın yansıması haline gelmiş olmaktadır. Bu durum; kulluk imtihanının bir parçası, insanların diğer insanlarla imtihan edilmesidir. Bu insan tipleri de, söz konusu imtihanın vesileleredir.
Vefasızlaktan çok bahsedilen bir dönem yaşıyoruz. Nankörlük neredeyse günlük davranış haline gelmiştir. Kırk yıl hatırı olan bir fincan kahvemiz artık tarih olmuştur. Değeri ve değer verilmeyi, vefayı ve cefayı sembolize eden kahve ile şimdi fal bakıyoruz.
Geçmişlerde, bir bardak çayı paylaşanlar; yanında ve arkasında olanları görür, çekip götürür, sahip çıkar dertlerini çare olurlardı. Kahve, sembol kavramdı belki ama önemli bir hakikati sunardı. Şimdilerde kahve bahçesi veya fabrikası bile paylaşalıp, ikram(hediye) edilse, onu ele geçiren fırsat bulduğunda, bahçeyi de fabrikayı da sırtlanıp, Sırtlan'lar gibi arkasına bakmadan gidebilmektedir. Hatta, hediye eden ayaklarına dolaşmasın diye de rahatlıkla arka sokakları tercih edebilmektedir.
Tebessümün sadaka olduğu ilân edilen bir dinin mensuplarının, böylesi durumlarla tarif edilmesi, dünyanın "İlâh" edinilmesindendir. Hasbi dostluklar, hesabi yaklaşımların kurbanı haline gelmektedir. Birbirlerinin sırtını okşayan dostlar, menfaatler nedeniyle birbirinin derisini soyar hâle gelmiştir.
Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek teorik kavram olarak bile kullanılmaz olmuştur. Müslüman bir kardeşine karşılıksız yardım anlamına gelen "Karz-ı Hasen" şimdilerde manası bile hatırlanmamaktadır. İhtiyaç sahibine yapılacak yardımın karşılığı Allah tarafından verilir müjdesine artık kulak tıkanmaktadır.
Değer verilenlerle, değer görülenler arasında böylesi derin hâtlar oluşmuştur. İnsanlar birbirine değer vermekten korkar hâle gelmiştir. Sırtından hançerlenmek kavramı günün insan tarifleri arasında yer almaktadır. Ne yazık ki, %99u müslüman olan toplumuzda da bu endişe dizboyu gitmektedir.
Süreç nasıl yürürse yürüsün, sonuç nasıl olursa olsun; müslüman bir kişi olarak karşımızdakine önce insan, sonra müslüman olarak bakıp, değerimizi vahyin kurallarına, Peygamberimizin örneklerine göre vermemiz gerekmektedir. Öfkemiz; kin ve nefrete dönüşmemeli, hele hele intikam kararı hiç düşünülmemelidir.
Müslüman; sevdiğini Allah için sevmeli, buğz ettiğine Allah için buğz etmelidir. Sevmede aşırı duygusal olmamalı, nefret ve düşmanlıkta da ölçüyü kaçırmamalıdır. Değer verenleri sevmeli, onlara güvenmelidir. Değer verdikleriyle de ihtiyatlı bir ilişki geliştirmelidir. Hesabi değil, hasbi yaklaşımları ölçü almalı, menfaat peşinde koşanlarla yollarını ayırmalıdır.
Vahyin ve Resulün mesaj ve yöntemi, Müslümanın ölçüsü olmalıdır. İnsanlar arası ilişkiler; insanın insanla olan imtihanı dikaate alınarak yürütülmelidir. Değer verdiklerimizle, değer gördüklerimizin kritiğini iyi yapmalı, ihmal edenleri düzeltmeli, istismar edenleri terk edilmelidir. Dostluk ölçüleri; verilen ve görülen değere göre belirlenmelidir.