Dünden devam ...
Bu boşlukları çok iyi çözümleyen oryantalistler, onların akıl hocalığı yaptığı batılı siyasiler, üst akıl sahipleri, İslam dünyasını ve ülkemizdeki bazı çevreleri parmaklarında oynatmaktadırlar. Türkiye’de Alevilik ve Sünnilik adına hareket eden gruplar sürekli bir şekilde üst akıl sahiplerinin kullanmak için ilgi odağı olmuştur. Bu yazının sınırları belirli olduğu için burada detaylara giremiyorum. Yukarıda belirttiğim nedenlerden dolayı sağlam bir din öğretimi ve isteyenlere sağlam bir din eğitimi sosyal bütünlüğü sağlama açısından elzemdir. Bunun batıda örneklerini çokca görüyoruz. Son derece katı laik olan Fransa da bile örneğin alsace-moselle bölgesinde ilk öğretimde ve lisede din öğretimi zaruridir. Daha bir ay önce İslam dini derslerinin de liselerde verilmesine imkân veren mevzuat onaylandı. Neden? Din insanların vaz geçilmez bir dayanağı, varoluş temeli, toplum entegrasyonunun çimentosu, birleştirici ve meşrulaştırıcı gücüdür. Onun için Türkiye’de geçen sene insan hakları mahkemesinde bir müracaat üzerine alınan karara dayalı olarak kimse din derslerinin okullardan kalkması saçmalığını savunmasın. Okullarda öğretilen dinin mensubu olmasa bile o din hakkında bilgi edinmek toplumsal uzlaşma ve önyargılardan kurtulma açısından son derece önemli. Burada eğer üzerinde durulacaksa ve eleştirilecekse nasıl bir din öğretimi ve eğitimi olmalı? Konuları omlaıdır. Kanaatimi belirtmek gerekirse, din öğretimi dinin teolojik temel esasları yanında toplumsal yapımızı ve dünya gerçeklerini dikkate almaksızın yapılırsa dün ve bugün olduğu gibi kaosu körükleriz. Ayrıca bugün Türkiye’de din adına yaşananlarda din öğretimi ve eğitiminin ya da öğreticilerinin payı nedir? Bu sorunun cevabını toplum olarak, siyasiler olarak, üniversiteler olarak hep beraber düşünmeliyiz.
Toplumsal varoluşta diğer bir temel kültürdür. Kültür tarihten devraldıklarımızın yanında aynı zamanda kendi dönemimizde ihtiyaçlara göre ürettiğimiz, yol rehberi, anlam haritasıdır. Kültür emperyalizmine maruz kalmış bir ülkenin insanları olarak yol haritamız çok karışmıştır. Geleneğin ürettiği ve devrettiği kültürle modern dönemlerin bize sunduğu kültür arasındaki çatışmanın yaratmış olduğu ortam nesilleri birbirinden koparmakta, aynı ülkenin insanlarını birbirine yabancılaştırmaktadır. Toplum fertleri arasında oluşan mesafe bir türlü kapatılmadığından, toplumsal bütünleşmeden gittikçe uzaklaşmalar yaşanmaktadır. Geleneği tamamıyla dışlayan, dışlama mekanizmalarını işleten modern kültürden sonra gelen ve küreselleşmenin keşif kolu olan postmodern kültür, her şeyi altüst etmiştir. Dayandığı, anlaşılır temel bir ilkesi yoktur; Ters yönelimleri bir araya getirir, her kafadan bir ses çıkar. Toplumun bir totalite veya mükemmel bir sistem olduğu fikri terk edildiğinden toplum fertleri düşünsel olarak her yöne savrulur. Bugün Türkiyede dindarından ateistine farklı dğüşüncelerde olduğunu söyleyen insanların nerede durdukları, neye dayanıp, neyi baz aldıkları belli değil. Bir gün öyle bir gün böyle. Hem o, hem bu, ne o, ne bu arasında geliş-gidişleri yaşayan nesil bir yere tutunamamakta, kendisine de tutunulamamaktadır. Böyle bir ortamda toplumun bir bütün olarak devam etmesi mümkün görünmemektedir. Görünen manzarada dini, etnik, bölgesel, ideolojik ve sosyal farklılıkların öne çıkarılarak oluşturulan toplumsal yapıda küresel ekonomik sermayenin menfaatlerine uygun ne varsa hazırlamakta böylece arzulanan hedeflere ulaşılmaktadır.
Bu durum karşısında eyvah yağmur yağıyor deyip ıslanmanın anlamı yok. Yola gideceksek yağmur yağıyor diye bir yere sığınarak zaman kaybetmek te anlamsız. Öyleyse şemsiye bulup, yolumuza devam etmeliyiz. Küreselleşmenin postmodern söylem ya da kültürle yol açtığı zararlardan kurtulmak için şemsiye örneğinde olduğu gibi koruyucu tedbirlerle tarihsel alanda toplum olarak yolumuza devam etmeliyiz.
Bunun yolu, yeniden bir toplumsal muhayyile oluşturmaktır. Toplumsal muhayyile toplumsal hafızada korunan bütün değerleri ve imajları temsil etmektedir. Bu bağlamda toplumumuzun sosyal muhayyilesi İslam öncesi ve sonrasında üretilen tasavvurların, ideal ve ülkülerin oluşturduğu toplumsal özün tümünü içeren ölçüler, göstergeler, semboller, kanaatler ve inançlardan teşekkül etmektedir. Başka bir deyişle siyasi şahsiyetler ve devlet büyüklerinden din ulularına, kahramanlardan gazi ve şehit olanlara, destanlardan mitik, mistik, sembolik olanlara, kısaca tarihî olarak geçmişte üretilenlerden bugüne kadar düşünsel ve sosyal eylem alanını belirleyici olarak üretilen “toplumsal hafıza”daki her şey sosyal muhayyilenin anlam sınırlarını belirlemektedir.
Öyleyse tarihe dönüp bakarak ve gelecek vizyonumuza uygun olarak akıl ve erdeme dayalı, ilmi öne çıkarırken irfanı ihmal etmeyen, ahlakı temel yapan ve onun üzerinde yükselmeyi şiar edeninen bir yapılanmaya gitmek gerekir. Toplumsal hafızamızda yer eden olumsuzlukları, önyargıları çıkararak onların yerine paylaşmayı, bir arada yaşamayı şiar edinen bir anlayışı oluşturmak ve sürdürmek elzemdir. Bunun için eğitim kurumlarından, sivil toplum kuruluşlarına, örgün ve yaygın eğitim vasıtalarıyla yeniden yapılanmanın temellerini, var olabilmek için savunma mekanizmalarını seferber etmek gerekir. Unutmayalım geleceği inşa etmek bugünden başlar. Bir şeyi inşa etmede temeller esastır. Temeli olmayan bina ayakta kalamaz. Temelleri yoklamanın, yeniden kurmanın zamanı gelmedi mi?