Dünyanın Yarısı; Madam

Cihan Şimşek

Kendine ait bir odası genellikle olamayan kadınlarımızın kendilerine ait laboratuvarları olduğunda yapabileceklerine güzel ve birazcık da hüzünlü bir öyküdür Marie Curie"nin yaşadıkları.
Eğitimci bir ailenin çocuklarından olan Marie bazı geceler muhtemelen televizyonda ilgi çekici yarışma programları olmaması münasebetiyle babasının okuduğu dünya edebiyatının klasiklerini dinleyerek ve okuyarak büyümüş biri olarak birçok çocuğa göre daha şanslı bir hayat sürdürmüştür. Annesini de kardeşini de bugünün kolayca iyileştirilebilen verem, tifüs gibi hastalıklardan  kaybetmesi  O"nun hayatının ilk hüzümlerindendir. İşin bizim için hüzünlü boyutu ise bugün hala bu hastalıklardan ölenler olduğunu bilmektir.
Polonya"da sanırım çok gerekli görülmediğinden fen derslerinin azaltılması yüzünden babasının eve getirdiği laboratuvar araç gereçleriyle ilgilenerek kendini yetiştiren Marie"nin önünde bilimsel çalışmalarla dolu bir hayatın olacağı daha o günlerde belli olmakla beraber kızların üniversiteye alınmadığı ülkesinde seyyar üniversitelerde öğrenim görerek tahsilini devam ettirmiştir.
Fakat Paris"e tıp eğitimi için giden kızkardeşine para göndermek istediğinden mürebbiyeliğe başlayan Marie"nin hayatı, o zamanlar böyle bir ayrım söz konusu olsa gerektir ki, evin yakışıklı çocuğuna aşık olmasıyla  sıkıntıya girmiş ve aile, Marie"yi elbetteki soylu çocuklarına eş görmemişlerdir.
Bugün derslerde çocuklarımızın en gereksiz ve anlamsız bulduğu (gerçi hemen hemen hepsini öyle görüyorlar) matematik öğrenimini babasının gönderdiği mektuplardan sürdüren Marie, evlerini neredeyse bir laboratuvara dönüştürecekleri Pierre ile evlenmiştir.
Kimya ile ilgilenen bu çift, bugün bize gayet açık görünen gerçekleri bulmak için radyoaktif maddelerle uğraşmışlar ve bilimsel çalışma alanları bugünkü kadar birbirinden ayrılmadığı için fizikle de ilgilenmişler, biyolojiden de haberdardırlar.
Uranyum"un yaptığı ışımayı fark eden Marie, bu küçük atomların içindeki muazzam enerjiyi de ilk fark edenlerden biridir. Uranyum ışınlarıyla çalışan, yeni bulduğu maddeye ülkesinin adını (Polonyum) veren Marie, çalışmalarını genellikle Fransa"da sürdürmüştür. Keşiflerinin bugün seyreltilerek ya da zenginleştirilerek  savaşlarda kullanılmasının birinci dereceden sorumlusu olmayan Marie, ilk kez Nobel Ödülü"nü fizik dalında alan bir kadın olmakla beraber bu ödülü, çalışmalarında genellikle daha ön planda olan kocasıyla paylaşmıştır.
Evin ve laboratuvarın reisi olan Pierre"in ünü, zaman zaman Marie"nin gerisine hastalıkları nedeniyle düşmüştür.
Pierre"in de bilimsel çalışmalar konusunda oldukça hırslı olabileceğinin en büyük kanıtı sanırım kolunu birkaç saat boyunca radyuma maruz bırakıp yakmasıdır. Kolu birkaç ayda iyileşen Pierre hasta hücrelerin bu yolla yok edilebileceğini anlayarak bugün pek çok kanser hastasının umudu olma ihtimali taşıyan Radyoterapi"nin yolunu açmıştır.
Marie, kendini suyun akışına bırakıp modayı iman derecesine yükselten kadınların sadece alışveriş yaparak veya saçlarının şeklini sürekli değiştirerek manevi doygunluğa ulaşabileceklerini inatla savunmalarına karşı inat edercesine laboratuvarda da giymek  için nikah için de siyah elbise seçmiştir .
Belki pembe elbiseler de giymek isteyen Marie, muhtemelen parayı başka bilimsel çalışmalara harcamak varken elbiseyi israf  olarak görmüştür.
Evlerinde bilimsel çalışmalar yaparken riske attıklarının hayatları olduğunu o zamanlar ne kadar farketmişlerdir bilemiyorum, ama yaptıkları çalışmalar ciddi olarak onları hasta etmiş ve Marie"nin kanserden ölmesine neden olmuştur. Pierre ise bir at arabasının çarpası sonucu ölmese muhtemelen Marie ile aynı sonu paylaşacaktır.
Akademik unvanların, kişilerin davranışlarından, haysiyetlerinden, çalışmalarından daha önemli olduğunun zannedildiği, imajın neredeyse her şey sayıldığı çağımızda ülkesi Polonya"da üniversiteyi yasadışı yollardan okuyan, Fransa"da unvansızken maddelerin ışıma yapmalarıyla ilgili çalışmalarını ücretsiz, üyelik gerektirmeyen bir şekilde ve bedava yayımlayan bu kadın, kocası öldükten sonra üniversitenin teklifiyle onun unvanını taşımıştır.
Tarihin tozlu sayfalarında kendisi de tozlanıp kaybolmayan Madam Marie Curie, pek çok önemli çalışmaya imza atarak muhtemelen dünyamızın gidişatını etkilemiştir. Sebep olduğu değişikliklerin kendi arzu ettiği yönde olup olmadığını tam bilmiyorum, ama kocası Pierre"in bir törende yaptığı konuşmadaki şu sözleri fikir verici: “...İnsanoğlunun doğanın sırlarını çözmüş olması bir işe yarıyor muydu? Elde ettiği bilgiden yararlanmaya hazır mıydı ve bu bilginin insanlığa zarar  vermesini önleyebilecek miydi?”
Evet, ne yazık ki Pierre"in endişeleri haklı çıkmış ve insanlık bu bilginin faydalarından sebeplenirken, bilginin sebep olabileceği vahşete de tanıklık etmek zorunda kalmıştı. Bugünkü insanlığımızın bunalımlarının belki de en büyüğü olan bu tanıklığın yarattığı travma hala iyileştirilememiştir ve her gün yenileriyle yüzleşmek zorunda kalınmaktadır.
Psikolojide bildiğim kadarıyla travma sonrası stres bozukluğu denilen bir rahatsızlık vardır. Yaşadığınız ve size çok ıstırap veren bir olaydan sonra (17 Ağutos Marmara Depremi) uzun süre yaşanan bu süreç eğer tedavi edilmez ise ağır ruhsal sorunlara da neden olabiliyormuş. Eğer koca insanlığın da, tek bir insan gibi psikolojisi olsaydı sanırım şu an delirmiş olurdu. Neyse konuyu fazla dağıttım sanırım.
Asıl konumuz neydi? Marie? Pierre? Bilim? Eğitim ve kız çocukları? Radyoaktivite? Yoksa kimya ya da fizik mi?
Galiba bir yazıyı okumak da yazmak da hayata bakmak gibi biraz. Tabii ki sadece gibi, yoksa koca hayatı ne sadece bir yazı ya da kitap, ne sinema, ne resim, ne ansiklopedi, ne müziğin o büyülü sesi, ne sahnedeki oyun, ne balık, ne deniz, ne bulut, ne gemi, ne bülbüller, ne de güller anlatabilir bir başına. Aslında bu iyi bir durumdur tabi.
Yazılanların yazılmayanlardan, bulunanların bulunmayanlardan, söylenenlerin söylenmeyenlerden her zaman daha az olacak olması değil mi zaten biraz da hayatı hala umuda gebe bırakan!..
Yine de her insan, sanırım kendisi için daha önemli olanı görecektir ilkin, her baktığında hayata.
Yani  3 milyardan daha büyük bir sayıya sahip kadınların gezegenimizdeki mevcut durumlarında kadere inat veyahut tam tersi kadere inatla inat eden insanlara inat yılmadan, yorulmadan günlük hayatın, bilimin, yönetimin içinde kendine yer açan, dünyamızın bugünkü durumundan en az sorumlu kadınlarımız. Yani sofrada yeri yanıbaşımızda olanlar  konumuz.
Onları görmemek için gözlerden uzak tutmayı beceremeyeceğimizden belki de; kendimizi istediği yere uçan, ama gördüğü güzel güle en derininden şakıyan bülbül yaparken, onların köklerini toprağa sabitleyişimiz.
Marie gibi  nice kadınlar, sanatta, bi-limde, siyasette, sporda, eğitimde daha çok söz sahibi oldukça dünya kesinlikle daha iyi bir yer olacaktır diyemem, ama biz erkeklerin ellerimizde de her zaman şakıyan bülbül bahçesi olmadığı kesin.
Güllerin ayakları olsa da günlük ha-yatın içinde insanlık bahçesinde dolaşsalar kuvvetle muhtemeldir ki, insanlık dünya bahçesine daha güzel kokular salacaktır. Peki güllerin ayakları olur mu? Evet olur. Şiirle, olmadı şarkıyla, olmadı kimyayla , olmadı fizikle o da olmazsa eğer, biyolojiyle kesin olur.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.