Tarih boyunca, değişik topluluklara hasbelkader yönetici olan küçük adamlar; saltanatlarını sağlamlaştırmak ve devam ettirebilmek için kendilerine daima düşmanlar yaratıp topluluklarının gözünü oraya yönlendirmiş ve bir nevi "Cambaza bak" oynayarak saltanatlarını devam ettirmişlerdir.
Topluluk olmaktan çıkıp Millet olabilen büyük uluslar ise; aklıselim önderlere, manevi bir inanca, sağlam bir hukuka, töreye, geleneğe sahip olanlardan çıkmıştır.
Tarihte boy gösteren, bazen de tarihe yön veren bu milletler, ne zaman ki; fikirde kadük, inanç ve törede zayıf liderleri iş başına getirmişlerse çöküşleri başlamıştır.
Bu çöküş, öncelikle hanedanları, saltanatları yıkmış sonra da sağlam yönetici ve liderler çıkmamışsa milletleri de yıkmıştır.
Devlet geleneğine sahip milletler (Türkler, Araplar, Farslar, Almanlar, Fransız, İspanyol, İngiliz, Çin ve Ruslar v.b.) her hanedan ya da yönetim şeklinin değişiminden sonra daha iyisini bularak devlet olma geleneğini devam ettirmişlerdir.
Misal:
Türkiye'mizde, Osmanlı yıkılınca nice zahmetlerle saltanattan daha iyi bir yönetim şekli olan Cumhuriyete geçilmiştir.
Cumhuriyetin ilk yılları (1923-1950):
Savaşların yaralarını sarmak, yeni devletin temellerini sağlamlaştırabilmek, ekonomik ve siyasi mücadele, kalkınma hamleleri, bazıları lüzumlu bazıları da maalesef lüzumsuz olan bir çok inkılap denemeleri yanında;
İzmir v.b. suikast davaları, Şey Said, Dersim isyanları ve üç beş serserinin gerçekleştirdiği Menemen olayının ülke genelinde zulme dönüşen travmalarıyla, dünyayı kasıp kavuran İkinci Cihan Harbinin endişeleriyle geçmiştir...
Bu isyanların, endişelerin; askeri tedbirlerle bastırılmasından sonra ki hukuki süreçte öyle hatalar, kasıtlar ve haksızca zulümler yapılmıştır ki; günümüzde bile kötü etkileri, acıları devam etmektedir...
Kimileri bunların düzmece ve zulüm olduğunu, kimileri de bu olayların devlete isyan olduğunu ve yargılamaların doğru olduğunu savunmaktadır.
Hatta iş öyle hale gelmiştir ki; yaklaşık yüz yıldır, muhafazakar camia ve İslamcılıktan geçinenler; tamamının düzmece ve zulüm olduğunu, laikçilik ve Kemalizmden geçinenler de tamamın isyan, ihanet ve yargılamaların da adil olduğunu savunarak, bu tarihi olayları yeterince incelemeden; toptancı bir şartlanmayla, kör dövüşü bir restleşmeye dönüştürmüşlerdir.
Adalet ve zulüm kavramının, hukuka göre değil de siyasi gücün ve mankurtlarının kadük mantığına göre tanımlandığı üçüncü dünya ülkelerinde, böylesi durumlar hep olagelmiştir ve halen de devam etmektedir...
1950 yılından sonra, genelde mazlum ve mağdurların oylarıyla iktidara gelen muhafazakar görünüşlü hükumetler:
Kendilerine mürteci damgası vurulmasın diye oy uğruna taviz veriyorlarmış gibi görünmüşler hakikatte ise laikçi camianın dindarlar üzerindeki baskısını genel olarak aynen bazen de fazlasıyla devam ettirmişlerdir...
Dindarlar üzerindeki baskının artmasında, "Dini darların" şeytani sırıtmalarının da büyük etkisi olmuştur.
Çünkü, menfaati baskıda bulan korkak ceberrutlara bilerek ya da bilmeyerek koz vermişlerdir.
Benim çocukluğum ve gençliğim; radyo ve TV haberlerinde:
Öğrenci evlerine veya irtica evlerine yapılan polis baskınlarında ele geçen " Okunmuş ekmek, tinsel fırça ve kutsal takke-tesbih garabetlerinin" haberlerini dinleyerek geçti...
Sonuç ne mi oldu!
1960,1962,1963, 1971, 1980, 28 Şubat 1998, 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016 cuntalarını gördük.
Bir kısmı başarılı oldu ve istemedikleri hükumetleri alaşağı etti, bir kısmı da kayaya çarpıp alaşağı oldu.
Fakat istisnasız her cunta arkasında mazlumlar ve mağdurlar bıraktı.
Her apoletli cuntadan sonra güya tekrar demokrasiye haddizatında ise, o cuntaların proje mühendislerinin sivil ayak dönemine geçildi(!)...
Eskiden cuntaları, apoletliler kurar ve yönlendirirdi!
Artık o devir de değişti...
Fakat "Düşman Yaratma Stratejisi" hiç değişmedi.
Allah'u Teala (c.c.) Hz. Adem (a.s.)'i yaratıp ona düşman olarak da şeytanı yarattı ya!
Sanki başa geçen yöneticiler de zaman içinde; mankurtlarının iğvasıyla kendilerini ilah sanıp bu İlahi Hikmeti, kıt akıllarıyla şahsileştirip yönetimlerinde uygulamaya kalkıştılar ve kalkışıyorlar da!
İlah olmadıklarını anladıklarında ise maalesef her şey bitmiş oluyor...
Halbuki insanoğlunun görevi, yeryüzünde; Adil bir hukuku ve yönetimi yerleştirmekti, sahte ilahlık taslamak değil!
"وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۚ"
Anlamı: Allah, zalimleri, zulmedenleri hidayete, doğru yola erdirmez"