DÜŞMANLIĞIN DA BİR SEVİYESİ VARDIR
Failleri düşmanım dahi olsa üç şeye çok üzülürüm; birisi amansız hastalığa yakalananlar, ikincisi cezaevine düşenler, üçüncüsü ise varlıktan darlığa düşenlerdir. Her Allah’ın günü bizimle uğraşıp, bizde çalıştıkları dönemlerde onların onurları zedelenmesin diye ücretlerini ceplerine koyduğumuz halde daha sonra paramızı alamadık diye mahkemeye gidenler hırslarına hakim olamayıp on yıl önce yazdığımız köşe yazılarını mahkemeye verip ceza aldırmak için ellerinden geleni yapmış olmalarına rağmen sonuç alamayınca ne yapacaklarını şaşırıp, ileri geri yazı yazan bazı gazatacıların şimdi cezaevinde olmalarına hiç ama hiç sevinmedik ve bunu asla ve kata haber yapmadık. Bir dostum anlatmıştı; adamın biri köyünde vurgun yapmış, cezaevine girip cezasını çektikten sonra köyüne dönmüş. Vurgun yaptığı adamın oğlu onu takibe alıp vurmaya karar vermiş, adam bunun farkında olduğundan sürekli kendisini kollarmış. Köy evlerinde genellikle tuvaletler dışarıya bakar, adam gece tuvalete girip lambasını yakınca düşmanı tam onu vuracağı esnada adamın hanımı, adama içeriden; “Işığı kapat düşmanın görürse vurur seni” deyince adam; “Düşmanım beni tuvalette vuracak kadar karaktersiz değildir” deyince adam onu vurmaktan vazgeçmiş. Bu olay bizatihi yaşanmış bir olaymış. Bunu neden anlattığıma gelince; Mustafa Demir’e düşmanlık yapmak isteyenler son günlerde onu Hasan Uzunlar üzerinden vurmaya çalışmaktalar, seviyeyi öylesine düşürmüşler ki aklınız şaşar.
Mahkemenin Hasan Uzunlar’a verdiği ceza on ay ama bunu açıklamamış, ertelemiş, yani beş yıl içerisinde aynı suçu işlememesi kaydı ile cezayı hükümsüz kılmış. Bu ne demektir; Hasan Uzunlar’ın adli sicil kaydında en ufak bir işlem yapılmamış demektir ki bu da seçme ve seçilme hakkına en ufak bir halel gelmediği anlamını taşır. Olayı o kadar büyütmüşler ki dersiniz şehirde yaşayan insanların ekonomik sıkıntıları bitmiş, işsizlik bitmiş, herkes Hasan Uzunlar’ı konuşuyor. Oysaki kimsenin ne böyle bir derdi var ne de gündemi. Olay olmuş bitmiş, mahkeme kararını vermiş iş bitmiş. Şimdi temcit pilavı gibi her gün bunu ısıtıp ısıtıp insanların önüne koymak yazı başlığımda da belirttiğim gibi düşmanlığın seviyesini düşürmekten başka bir şey değil. Mustafa Demir’e kızabilirsiniz, istediğinizi alamadığınız için yerden yere vurabilirsiniz ama onu Hasan Uzunlar üzerinden yıpratmaya çalışmak hiç ama hiç etik bir davranış biçimi değildir. Benim bu konudaki duruşum da bellidir; insanların sıkıntılı günlerinde yanlarında olmak karakterimin gereğidir. Başkaları gibi yeşillik peşinde koşmam, adamın iyi gününde kıçını yalayıp da kötü gününde karşısında olmam. Adamlık, düşmanlığı da mertçe yapmaktır. Başkalarının arkasına sığınarak düşmanlarınızı vurmak adamlık değildir.
Ben siyaset yaptığım dönemlerde Mustafa Demir’le hiç anlaşamadığım gibi üç defa da kavga ettim ama ona olan o günkü düşmanlığım şimdi aleyhinde yazmamı gerektirmez. Fırsattan istifade edip onu yıpratmak da bana yakışmaz. Ortada bir olay var mı? Eyvallah var ama bunu fırsata çevirip düşmanlarımızı yerden yere vurmaya çalışmak benim karakterime uymaz. Başkalarının karakterine uyuyorsa o da onların sorunudur. Son zamanlarda dikkatimi çeken konulardan biri de siyasette kıyma makinesi gibi adam harcamanın ne kadar kolaylaştığıdır. Partiler ittifak yapabilirler, buna saygı duyarım ama azıcık hata yaptı diye yıllarını partilerine vermiş, çile çekmiş vefakâr ve fedakâr insanları sokağa koymak çok yanlış bir uygulama. Cemal Enginyurt’u hiç tanımam ama adam hayatını MHP’ye adamış bir adam. Sırf Tarım Bakanını eleştirdi diye adamı bir çırpıda kapıya koymak doğru bir davranış biçimi değil.
Bir de içimi acıtan Abdurrahman Dilipak olayı var. Ben hayatımda hiç Abdurrahman Dilipak yazısı okumuş birisi değilim. Sadece onu değil İslami yazarların hiçbirini okumam. Çünkü aynı dünya görüşünde olduğumuz için, aynı şeyleri yazacaklarını düşündüğümden okumaya gerek görmüyorum. Diğer kesimin ne yazdığı benim için önemlidir. Ama Abdurrahman Dilipak İslami kesimin idolü bir gazetecidir. 28 Şubat sürecinde hiç kimsenin gösteremediği cesareti gösterip adam gibi başörtülü bacılarımızın yanında durmuş ve bunun bedelini de ödemiştir. Ne yazdığını hiç okumadım ama şu kadarını söylemek isterim ki İstanbul Sözleşmesi inancımıza ve kültürümüze uymayan bir sözleşme. Bunu eleştirmek de herkesin hakkı, şayet bunu eleştirdiği için AK Partili kadın kolları onu mahkemeye vermiş ise gerçekten üzücü, hatta can yakıcı bir durum. Allah bunun hesabını hepimize iki cihanda da sorar. Umarım bu hatadan dönülür, aksi halde kendi elimizi kolumuzu kestiğimizin farkında olmak zorundayız diyerek sözlerime son veriyorum. Allah’a emanet olunuz.