edebiyatın sonsuz ufuklarında

Gece… Işıklar söner... Ses kesilir... Başlar iç sancılar... Ve kendiyle olmanın uçsuz bucaksız sıkıntısı... Hazzı. Gündüz Vassaf'ın o eşsiz "Cehenneme Övgü" kitabı "Geceye Övgü" adlı bölüm ile açılır. Usta Bilge Karasu"nun da "Gece" adlı bir romanı vardır. Enis Batur'a göre bu romanın giriş paragrafı Türk Edebiyatının en güzel giriş bölümüdür.
Sanat gece yapılan bir iştir. Hemen her sanatkârın mesaisi karanlıkta başlar. Yapılan iş gündüz olsa bile, duyguları biriktirmek, coşku yaratmak gecenin işçiliğidir. Sanatın kökündeki müphemiyet, karanlık da belki gecenin karanlığından, belirsizliğinden alır rengini.
Peki, bu neden böyledir? Sanatsal yaratım, varlığımızın veya Varlık'ın kendini apaçık ortaya koyuşu değimlidir? Elbette böyledir. Ve biz varlığımızı veya Varlık ı ancak apaçık olarak ancak geceleri duyumsarız ve sanatkâr da Varlıkla olan ilişkisini de ancak gece kurabilir. Ünlü filozof Heidegger insanın Varlık ile karşılaşması için öncelikle "Hiçlik" ile karşılaşması gerektiğini söyler. Hiçliğin sınırlarına vardığımızda aslında Varlık ile karşılaşmış oluruz diyor filozof. Gece işte tamda bize bunu vermez mi? Varolanların cilası olan ışık söner, el ayak çekilir, asıl ses olan "sessizlik" başlar. Sanat biraz da bu sessizliğin sesini dinlemektir.
 
ŞİİR
"Gece, açılıp giderken çepçevre
Kendime yönelişlerin dipsiz kuyularında
Bir batık gemidir özüm erir"
( C. Ünaldı HASANNEBİOĞLU)

Aman Allah"ım! Yazıya başlarken ne düşünüyordum, şimdi neredeyim. Oysa ben sadece, gece ışıklar söndüğünde, herkes çekildiğinde, başucundaki abajurun lambasını açıp sevdiğimiz bir kitabı(tercihan iyi bir roman) okumanın sonsuz hazzından bahsedecektim. Oradan edebiyatın hayatımızı nasıl zenginleştirdiğinden vs. vs. dem vurup yazıyı kotaracak, bu haftayı da atlatmanı sonsuz hazzı ve huzuru içinde rahatça yatağıma çekilecek ve Ömer Hayam"ım İle baş başa kalacak rubaileri bilmem kaçıncı defa dehşet bir haz içinde hatmedecek idim. Hatta başlığı bile öyle attım.
Ancak görüyorum ki ben yazıyı değil,  yazı beni aldı götürdü. Birden kendimi sanat ve varlık kuramlarının içinde buldum. Filozof isimleri uçuşmaya başladı. Az daha müdahale etmesem Derrida"dan, Foucault"dan bahis açıyor idim. Neyse ki son anda dizginleri tekrar ele aldım da pazar gününüzü zehir etmekten kurtardım. Tabii bu arada da yazı için bana ayrılan sütunu doldurmuş oldum. (Nevzat ONMUŞ ve A. Ufuk ERKAN yazılarını nasıl kotaracaklarını düşüne dursunlar!)
Şimdi hemen yatağıma çekiliyor, abajurumu açıyor, sözün ve hikmetin büyük sultanı Ömer Hayam'ın Rubailerini tarif edemeyeceğim bir haz ile tekrar tekrar okuyorum. Gecenin sultanlığı da işte budur.
Gece...
Abajur...
Hayam...