Huzurlu yaşamak için İslâm dininin kurallarını bilmek ve uygulamak şarttır. Yüce dinimiz mutlu yaşamın adresidir. Dinimizin doğru anlaşılması halinde hiçbir bireysel ve toplumsal sıkıntı olmayacaktır. Din, dindarı kayırmaz ve savunmaz. Dindarlık da ibadetlerden ibaret değildir. İslâm, devlet işlerinde ehliyet ve liyakati esas alır. Sorumlulukların ehil olmayanlara verilmesi İslama göre uygun değildir. Ehliyetsiz ve liyakatsiz kişiye veriler sorumluluk, bunda payı olan herkesi vebal altında bırakır.
Görevlerin liyakatsizlere verilmesi kıyamet alâmetidir. Kıyametten maksat, karışıklık ve kaostur. Ehliyetsiz kimselerin idaresinde toplumsal kaos kaçınılmazdır. Dindarlığı sadece Allah ile kul arasındaki ilişki olarak anlamak yanlıştır. Kulluk; Allah'a itaat, insanlara adalet, mahlukata merhamet olarak tarif edilir. Ehliyet sahibi olmak da kulluğun bir gereğidir. Bir iş için lâzım gelen vasıflara ehliyet denir ki, toplumsal sorumluluk alanların veya verilenlerin işin ehliletine sahip olmaları gerekir. Ehliyet, liyakatin vazgeçilmez unsurudur.
Devletlerin zayıflama ve yıkılma dönemlerinde, ehliyetsiz ve liyakatsiz kişilerin devlet idaresinde etkin olduğu tarihi bir gerçektir. Yanlış düşünce ve tedbirsiz adımlar nedeniyle devletin ve milletin işlerinde bozulmalar oluşur. Bu da kötü sonun başlangıcıdır. Ehliyetsiz idarecilerle devletin ve milletin varacağı sonuç; zayıflamak, parçalanmak ve zamanla yok olmaktır. İdarecilerin liyakat değil de sadakat merkezli belirlenmesi kötü sonun habercisidir. Tarih bunun şahididir.
Devlet yönetimlerinde sadakat, liyakatin önüne geçer de, ehliyetsiz insanlar idareci ve belirleyici olursa, işlerin sağlıklı olarak yürümesi mümkün değildir. "Emrederseniz" diyenler değil, amirine yanlışını hatırlatanlar tercih edilmelidir. Bundan rahatsız olma yerine üst belirlelicilerin önemle ve özenle, "hayır" dileyenleri bilip, bulmalıdır. Devletin devamı, milletin refahı, toplumun selahı bu anlayışa bağlıdır.
Allah ve Resulü, emanetin ehline verilmesini emretmiştir. Nisa suresi 58.ayette; "Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve adaletle hükmetmenizi emreder" buyurulmaktadır. Mahalle muhtarından devlet başkanına, koyun çobanından, toplum temsilcisine kadar herkeste sadakatten önce ehliyet aranmalı, liyakat sahibi olanlar bulunmalıdır. İslâm tarihinde buna örnek olacak bir çok uygulama vardır. Peygamberimiz yaptığı görevlendirmelerde ehliyet ve liyakati esas almış, Kabenin anahtarlarını istemesine rağmen Hz. Ali'ye değil, daha önce kendisini Kabeye sokmayan Osman b. Talha'ya vermiş, sadakati değil ehliyetli olanı tercih etmiştir. Böylece, devlet idaresinde, yakınlığa, kırgınlığa, dargınlığa bakılmayıp, ehliyet ve liyakati tercih etmek gerektiğini göstermiştir.
Liyakatli insanların da sorumluluktan kaçmamaları, Hz. Yusuf'da olduğu gibi, göreve talip olmaları gerekir. "Göreve talip olunmaz, görev verilir" anlayışı yanlıştır. Hz.Yusuf zindandan dönemin kralına haber göndererek, devlet idaresinde görev alıp, başarılı olacağı haberini göndermiştir. Bunun Kur'anda hatırlatılması, ilkesel bir yöntem olarak benimsenmesi içindir. Liyakatliler, mutlaka görevlere talip olmak suretiyle sorumluluklarını yerine getirmek zorundadırlar. Takdir yetkisine sahip olan belirleyicilerin tasarrufu kendi sorumluluklarıdır.
İşin özü; devlet yönetiminde esas olan; görevlerin, emanet anlayışı doğrultusunda ehline verilmesidir. Toplumların yaşadığı sorunların temel nedeni; ehliyetli kimselerin tercih edilmeyip, sadakat sahibi olanlarla işlerin yürütülmesine kalkışılmasındandır. Elbette, ehliyetli olan aynı zamanda sadakat sahibi de olursa bu en idealidir. İki özellikten biri tercih edilecekse, İslama göre, sadakat değil ehliyetli önceliklidir. Liyakat bu demektir. Emaneti ehline vermek esastır, ehil olanların da "biz buradayız" demeleri bir sorumluluktur.