Bu mesleğe başlayalı on iki sene oldu. Yaşadığım sıkıntıları beni tanıyan herkes bilir, o sıkıntılar nedeniyle bu mesleği de seçmek zorunda kaldım. Yoksa uzaktan yakından ilgim olmayan bir mesleğe girmenin hiçbir anlamı yoktu ama inancımızın gereği her şerde bir hayır olduğuna inancım tam olduğundan nihayetinde hayra vesile olduğu kanaatindeyim. Yedi meslek türü yapmış biri olarak bu işe ilk başladığımda herkes dalga geçiyordu ama hamdolsun bizimle dalga geçenler ya gazetelerini kapattılar ya çalıştıkları yeri kapattırıp başka yerlere geçtiler ya da hak ile yeksan olup piyasadan çekilmek zorunda kaldılar. Yazılı basın çok zor bir iştir, öyle elli liralık site kurmaya benzemez. Matbaası var, kağıdı var, kalıbı var, boyası var, işçisi var, muhabiri var, SGK’sı var, vergisi var. Tüm bunları topladığınız zaman karşınıza öyle bir maliyet çıkıyor ki aklınız şaşar. Bunların hepsi bir yana bir de işinizi adam gibi yapmaya kalkıp şehirde olup bitenleri adam gibi yazıp çizdiğinizde siyasetçisinden iş adamına, mafyasından çetesine herkesin karşınızda olma sıkıntısı var. Allah’a binlerce kez hamdolsun ki on iki yıllık süreçte bunların tamamı ile mücadele etmiş olmamıza rağmen Rabbimiz bizi korudu, ne ekonomik anlamda ne de sosyal anlamda mağlup olmadık, dimdik ayaktayız.
Basın camiasında muhalif gazeteci olarak nitelendirildiğimizden kırk yıllık bürokrat dostlarımız şehre geldiklerinde telefon açıp merhaba demenin ötesine gidemediler. Zavallı adamlar korkudan yanımıza gelemediler ama biz yaptığımız muhalefeti adam gibi yanlışlara yaptık. Birilerinden üç beş kuruş alamadık diye yapmadık. Bunu birkaç örnekle açıklamak gerekirse tam on iki yıl Vezir Hazretlerine muhalif olduk ama tek bir kuruş dahi talep etmedik, sadece yaptığı yanlışları yazıp çizdik. Başkaları gibi Mustafa Demir’in yanına on altı kez gidip para alamadığımızdan her gün aleyhinde olmadık. Eleştirdiğimiz konular da Batı Park dolgu sahasına milyonlarca lira harcayarak yaptırdığı aslan heykelleri, işe aldığı eş dost akrabaları, ihale yapmaksızın yandaşlarına verdiği işler gibi herkesin eleştirmesi gerektiği işlerdi. Eleştiri yapmak herkesin hakkı, doğruları yazmak gazetecilerin görevleridir, buna asla ve kata kimse bir şey diyemez ancak yapılan eleştiriler inandırıcı olmalı. Sürekli aynı kişileri aynı konularda eleştirmek toplumdaki inandırıcılığı yitirir.
Bir de dikkatimi çeken başka bir konu var onu da siz değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Sürekli olarak yapılan bazı işlerin önü kesilmeye çalışıldığını görüyorum. Çarşamba’da yapılan biyokütle santralini eleştirenler, Kavak’ta yapılan taş ocağını da eleştiriyorlar altın madenini de eleştiriyorlar. Hatta ve hatta daha da öteye gidip bana göre çok makul ve mütevazi bir yatırım olan iki yüz başlık büyükbaş hayvan tesisi kuran ve etrafa zarar vermesin diye gübreyi işleme tesisi kuran yatırımcıyı da alabildiğine eleştirip basın yayın aracılığı ile engel olmaya çalışanlar olduğunu gözlemliyoruz. Çatalçam’da yarım dönümlük bir yazlığım var, içerisinde kırkın üzerinde ağaç var. Benden daha çok yeşilliği seven olmasın, doğa benim olmazsa olmazımdır. Yılda üç dört kez sırf doğaya olan hayranlığım nedeniyle Doğu Karadeniz gezisi yaparım. Çocuklar neden batıya gitmediğimi sorarlar, benim için yeşil olmazsa olmaz derim. Ormanların yok olmasına benim kadar kimse üzülmesin ama bizim Of’taki köyde çok değil bundan yirmi beş yıl önce orman alanı yüzde otuz beş, yerleşik alan yüzde altmış beş iken bugün durum tam tersine orman alanı yüzde altmış beş yerleşik alan yüzde otuz beş durumuna geldi. Peki, buna sevinmeli mi üzülmeli mi derseniz; ben şahsen üzülüyorum. 300 hanelik köyde şu anda elli hane ya var ya yok, neyleyim boş köydeki ormanlık alanları. Keşke oralar çayır olsa, hayvanlar otlasa, bağ bahçe yapılsaydı da insanlar oraları terk etmeselerdi.
Yeşili ve maviyi korumak hepimizin görevi, bunda en ufak bir sorun yok ancak eleştiri yaparken neyi neden eleştirdiğimizi de bilmek zorundayız. Sırf muhalefet olsun, laf olsun torba dolsun veya kendimizi düşünüp toplumu umursamıyorsak burada ciddi bir sorun olduğunu unutmayalım. Taş ocaklarına karşı olmak ne anlama gelir biliyor musunuz? Alaçam’daki Gümenez’deki pırıl pırıl dere kumlarını inşaatlarda kullanıp o dereleri erozyona açmak demek olduğunu unutmayalım. Yıllarca inşaat yapmış birisi olarak kamyonlarla Alaçam’dan Bafra’dan getirilen çakıllarla, kumlarla yaptığımız inşaatları, döktüğümüz betonları, sıvaları ve şapları unutmuş değilim. Ormanlar da bizim, dağlar da bizim. Onları korumak nasıl görevimizse denizlerin ve derelerin de bir olduğunu ve onları da korumakla mükellef olduğumuzu unutmayalım. Eleştiri yaparken de bu ölçüyü kendimize şiar edinelim. Ama yok amaç üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek ise ona denecek bir şey yok. Bugünlük de bu kadar, kalın sağlıcakla.