Akşam olmak üzereydi. Susamanın yanında açlık söz konusu dahi edilemezdi. Akşama kadar güneş altında çalıştığım için çok susamıştım. Soğuk, buz gibi sularda elimi, yüzümü yıkıyorum, abdest alıyorum ancak içemiyorum. Gören hiçbir kul yok ama yine içemiyorum. Gören biri var, biliyorum. Suyun gözesinde büyük bir imtihan veriyorum. Yaşar ÇAKAN"ın oğlu Ramazan"dan kazma istedim. Yolda düzeltmem gereken bir yer vardı. Gerekli mi kazma, dedi. Israrla "evet" dedim. Ne kazma getirdi ne de getirmeyeceğini söyledi. Adıyla tamamen bir tezat içerisindeydi Ramazan ÇAKAN.
Arabam kötü yolu bir çırpıda çıktı. İftar için bir yer buldum. Arabamı yolun en geniş yerine park ettim. Eşimin hazırladığı iftariyelikleri çıkarttım, yolun üzerinde çimenlerin üzerinde kurdum yer sofrasını. Buz gibi suyu doldurdum bardağa. Başladım beklemeye. Sakin, durgun ve serin bir ağustos akşamıydı. Derelerin şarıltısından ve tüfek seslerinden başka ses duyulmuyordu. Yemyeşil olan dağlara bakıyordum. Dağlar da davetsiz Tanrı misafirleri olarak bana selam ediyorlardı. Adeta ağaçlarla ve çimenlerle sohbet ediyordum. Sohbet ve ilgi konusunda köylülerden çok daha iyiydi dillerini anlamadığım bu canlılar.
Okunan ezanla soğuk sudan yudumlayarak açtım orucumu. Servis yaptığım yemeklerden yedim. İçimde müthiş bir huzur vardı. Bu akşamki en güzel iftar benim iftarımdı.
İftarımı açtığım köy Samsun"un Erikli köyüydü. İftara çok yakın saatlerde veya gün içerisinde olsun beni görenler kalacak bir yerimin olmadığını bilmelerine rağmen dudak ucuyla dahi iftara davet etmediler. Beni yanılttılar. Dursun Bey ÇAKAN ve en yakın akrabam İlahiyatçı Mustafa ABANOZ"u bu kötü halkaya üzülerek eklemek zorundayım. Üzüntüm onlar adınadır. Bana bu güzel iftarı yaptırdıkları için onlara teşekkür ediyorum. Hayatımın en güzel iftarıydı bu iftar. Ancak Erikli köyü için çok kötü bir sınav verdiler ve sınıfta kaldılar.