Eylül

İsmail Okutan

Her ne kadar hepimiz umutsuzca bağırıp çığırsak da, kızıp öfkelensek de artık bize lazım olan sevgi ve merhamet elimizden kayıp gitti, insanlık artık burada değil. Kaçıp gitti öte diyarlara.

Şimdi hayat herkese zor gelse de her şey bir yana dursun şimdi asıl zor olan anne olmaktı. Karanlık, cani, çukur ruhlu adam daha doğrusu ruhsuz, insan sayılan insan müsveddesi sapık, karaktersiz hayvanlaşmış kimseler vardı etrafta. 

Köye geldiği günden beri sanki vakit bir başkaydı. Gelirken de hiç gelmek istememişti. İçinde kötü bir duygu yuvalanmıştı. Anlam veremediği bir hüzün çökmüştü kalbine. Ruhunu dağılmış, parçalanmış hissediyordu, insanlığı lime lime eden bir duygu her tarafa yayılmış, âdeta kendisini herkese yabancı kılıyordu. Her taraf yeşildi, temiz hava vardı, sessizlik vardı ama etrafta ömründe hiç hissetmediği hisler vardı.

içindeki huzursuzluk büyüdüğünde adeta dumanlar çöküyordu üzerine. Eylül bulunduğunda, daha doğrusu hisler gerçeğe dönüştüğünde kimse zulmün bu kadar büyük olacağını, bu kadar acı olacağını düşünmemişti. 
Cani ruhlu bir adam sapıkça duygularla 24 kiloluk bedenin üzerine çökmüştü. Güvercinin tüylerini yolmuştu. Gülü koparmıştı hayattan.

Nasıl düşünebilirdi ki eylül böyle bir şeyi, o minnacık temiz yüreğiyle nasıl hayal edebilirdi ki başına gelecek böyle bir vahşeti! insanların arasında olduğunu sanıyordu. Onu da öyle sanmıştı. Nereden bilebilirdi onun insan suretinde bir hayvan olduğunu, bir şeytan olduğunu.

Duygular basıldı sonra. Duyulmayan çığlıklar semada yankılandı. O anda annesinin yüreği, babasının evi yanmaya başlamıştı. Toprak titredi, taşlar titredi, sular titredi, otlar titredi, pancar tarlası titredi, ekinler titredi, fakat o caninin kılı bile kıpırdamamıştı. Dere gözyaşı döküyordu. Dibine gömüldüğü beton direk bile ağlıyordu. O anda hayata dair ne varsa hepsi birden siliniyordu yeryüzünden. 

Çocuk saf ve temizdir;  çocuk sığınır ve kendisine uzanan elin dost olduğunu sanır. Fakat cani ruhlu adam dost görünüp o temiz yüreği koparmıştı hayattan. 

O gün annenin korkuları gerçek olmuştu. Yıldızların parıltısı bir anda sönmüştü. O gün Eylülün annesinin üzerine kara bir bulut çökmüştü. O cani ise elini kolunu sallayarak gelip arama çalışmalarına katılmıştı.

Ve arabanın üzerine konulmuş, kollarını iki yana açmış bir anne toprağa şöyle sesleniyordu, şöyle bağırıyordu yavrusunun arkasından.

Korkma yavrum, korkma kuzum ben varım yanında. çünkü onu hiç bir zaman kendinden ayrı göremiyordu. Şimdi ne yapacaktı, bundan sonra nasıl yaşayacaktı, nasıl hayata tutunacaktı? Biricik yavrusu, güzel meleği Eylül'ün bahtı kara olmuştu. Apansızın gelen talihsiz bir cinayet, ciğerini bedeninden koparıp almıştı. Yürümeye, konuşmaya gücü kalmamıştı ancak dudaklarından şu kelimeler kendiliğinden dökülüyordu; Ah leylam sen olmadan ben nasıl yaşarım bu zalim dünyada.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.