Akıl; Allahü teâlâ tarafından insana verilmiş en büyük hediye ve nimettir. Aklı olmayanın yâni akılsız birinin, hiçbir mes'uliyeti yoktur. O; doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ayıran en önemli mihenktir.
Akıl, aynı zamanda, fikrin de taşıyıcısıdır. Fikir; insanın, kelimeleri ve sözü vasıta kılarak çeşitli mevzulardaki görüş ve kanaatlerini paylaştığı, idrâk cihazıdır.
Bütün hareket sistemlerinin temelinde, muhakkak, bir 'fikir' mevcuttur, bulunmalıdır, olmalıdır. Aslında; tek başına bile fikir, s(ı)tatik değildir. Teşekkül merhalesinde, 'hayâl', ona, yeni bir nüfûz sahası temin edinceye kadar beklemededir. Muhakeme, muhasebe ve istişârelerle yoğrula yoğrula belli bir mertebeye varınca, kanaatler, hayâller, sezgiler, algılar, çağrışımlar...fikir teşekkülünde birleşir.
S(ı)tatik fikir yoktur ammâ, hiçbir fikir de amelî olarak icrâ mevkiine konulmadıkça kendini ispat edemez. Tabiîdir ki; ilk amelî / icraî mertebesi, şifâhîlikten / sözden çıkıp, yazıya dökülmesidir. Kâğıda dökülmek / düşmek / yazılmak; bir fikir için asla nihâî hedef değildir. Olmamalıdır.
Kâğıttaki fikirler; tartışmaya, çatışmaya, cebelleşmeye, çekişmeye veya paylaşılmaya hazırdır demektir.
Fikir; hırs gibi, heyecan gibi, hattâ temelini teşkil eden hayâl gibi yan unsurların teklif ve telkînine kapılarak esas mevkiini kaybetmemelidir. Fikri yanıltıcı, ana hareket noktasından ve istikametinden ayırıcı bütün tâlî sebepler, aklın muhakemesiyle geri p(i)lâna itilebilmelidir.
Harekete geçmeyen yâni amelî olarak muamelede bulunamayan bir fikir, her ne kadar durağan / s(ı)tatik görünse de aslından bir şey kaybetmez. Fakat; bu fikir, ictimâî vazîfesini de yerine getiremez. Bu, onun, temeldeki noksanlığı değil, kimin elinde ise, onun yâni sâhibinin beceriksizliği, kaabiliyetsizliği veya mahâretindeki kısırlık sebebiyledir.
Çünkü fikir; belli bir yere kadar hüküm sahibidir, yekpâre değildir. Bir kişinin elinde, sâdece kâğıt üzerinde kalan bir fikir, hünerli bir kişinin elinde, zirveleri dolaşabilir.
O hâlde; fikrin taşıyıcı veya taşıyıcılara ihtiyacı vardır. Taşıyıcı, şâyet, zeki ise, ve bu zekâ ile de aklı, muhakeme ve müşâvereyle destekleyip ona 'istikamet' tâyin edebiliyorsa, işte 'o fikir', hareket edebilir ve kendisine yol aralayabilir.
Fikir; hangi muhtevalı olursa olsun, 'lider' yâhut da 'âlim' kişinin elinde muteber bir mevkiye yükselebilir. O; bilgi hazînesidir. Hiç kimsenin mülkü olmadığı gibi, paylaşılmakla da azalmaz, aksine artar.
Gerçi, âlim kişi; 'hareket adamı' değildir ammâ, olmaması için de herhangi bir sebep yoktur. Fakat, 'lider' kişi, mutlak surette 'hareket / aksiyon adamı' olmak zorundadır.
Bu yeterli midir? Yâni; bir lider'in, 'hareket adamı' olması yeterli midir? Kesinlikle hayır!..
Aslında, bir liderin, fikir adamı olmasına da fazla gerek yoktur. Çünkü lider; fikir sahiplerini sevk ve idâreyle tertip edendir. Fakat; lider, muhakkak surette 'fikrin hareket'ine 'istikamet' veren ve onu 'hedefe taşımasını da bilen' adamdır; öyle olmalıdır.
Hareket, gücünü, fikrinden aldığı gibi, liderin sevk ve idâresiyle de, fikir, câzibe ve kuvvet kazanır. Genişlemesine fırsat hazırlanmayan fikirlerin liderleri, bu fikirleri ileri safhalarda bir ülkü olarak kabullenip onunla tasalansalar bile, harekette cılız kalınınca, istikamet tâyinde de gerekli başarıyı sağlayamazlar.
Dünyâ; sevk ve idârede başarılı olabilen liderlerle yürütülmeye çalışılmaktadır. Kim, hangi merhalenin hangi noktasında bir duraklama geçirirse, o noktadan geri dönmek mecbûriyetinde kalmaktadır / kalmalıdır.
Lider; benzer veya muarız fikirlerden kazanımlar sağlayarak, kendi fikrini en ileri seviyeye ulaştırmakla mes'ul olduğunu bilmelidir. Başarısızlığında da, başarısındaki sükûneti göstererek, duracağı yeri iyi tâyin edebilmelidir.
Sâdece yanındakilere değil; karşısındakilere bile 'yol gösteren / yol açan' olmalıdır. Bilgisini ve tecrübesini de aynı şekilde, sâdece temsil ettiği câmiâya değil, herkese açık ve istifade edilebilir hâle koyabilmelidir. Bütün bunları; aynı zamanda, bir nezâket ve ahlâkî vecibe kabul etmelidir. Hırs ve kıskançlık, onun lugatında bulunmamalıdır. Yetiştirici ve teşvik edici olmalıdır.
Geçmiş ile gelecek, ancak böyle irtibat sağlayabilir. Bir insan, bir fikri, 'temsil makamında' ancak böyle bulunabilir.
Yenilikler, ancak, fikirlerin, 'yeni ellerde', ' yeni hareket ve yeni idâre tarzları'yla, 'yeni istikamet'ler tespit ederek yürünmesiyle mümkündür.
Fikir târihî ve siyâsî târih göstermiştir ki, fikrini müdafaa edemeyen, onu, geniş kitlelere yayıp muteber hâle getiremeyen ve istikamet belirleyip o fikri kalıcı bir ülkü hâline getiremeyenler, mutlak surette, onu başka ellere teslim etmek zorunda kalmışlardır.
İnisiyatif alıp, işi zora sokanların da, mevcut gelişmeleri tâkipten uzak duruşları, maalesef, o fikre ve o fikri taşıyanların hepsine zarar vermiştir.
Bu vesîleyle; mevzûya ışık tutacağını düşünerek, Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın, "Âli'ye Mektuplar" adlı eserinden kısa bir nakille sözlerimi bağlamak istiyorum.
Diyor ki:
"Öğle üzeri Osman Turan'la (Büyük tarihçimiz Prof. Dr. Osman Turan) lokantada karşılaştık. Küllük kahvesinde konuştuk. Demokrat Parti'nin münevver bir zümre vücuda getiremeyişi üzerinde durdu. Köprülü'nün âlim olmakla beraber, esas fikirlerini tatbik edemediğini tesbit ettik." (Dergâh Yayınları, İstanbul 1992, Sf. 234)
"Tatbik" edilemeyen fikir, hareket ve istikamet bulamayan 'rotasız' bir fikirdir. Halbuki, fikir denilen şey, istifadeye sunulmak içindir. O hâlde; onu, kim en yüksek mertebeye ulaştırabilirse, sâhibi odur, o olmalıdır!..