Ben her zaman yazdım ve yazmaya da devam edeceğim. Ülkemizde her zaman ekonomik çöküntü olduğunda her zaman bu olumsuzluk faturası biz ücretli çalışanlara yani kısaca emekleriyle yaşamlarını idame ettiren h AKAp gibialkımıza kesiliyor. Örnekleri çok dolu. Ve sağ olsunlar sanatçılarımız her oynadıkları dizlerde ve skeçlerde başbakanın Çok Şükür Kriz Bizi Teğet Geçti söylemini her fırsatta kendilerine konu yaptılar. Ancak hükümetimiz her fırsatta bu kriz ortamını işsizliği, unutturtmak için o kadar çok başarılı bir gündem saptırma yaşatıyor ki biz halk da ister istemez o gündemin çarkları içinde dönüp durmaktayız. Çünkü ülkede yaşananlara kimse gözünü kapatıp görmezlikten gelemez, duyduklarını duymazlıktan gelemez, konuşulması gerekenleri konuşmazlıktan gelemez. Eğer bunları yapmazsak başbakan gibi AKP hükümeti organları gibi halkımızı her gün gündem değiştirerek oyalamaktan işsiz güçsüz ekmeksiz evsiz barksız bırakmaktan öteye gitmeyiz. Onsan sonrada her seçimde biz halkımıza her zaman ekonomik destek veririz. Makarnasını, kömürünü, şekerini ve her şeyini veririz. Kimseye muhtaç etmeyiz diyerek vicdan sömürüsü yapıyorlar ve yapmaya da devam edecekler. En yakın örneklerini verecek olursak yerel seçimler için dağıtılanlar. Bi oy alabilmek için işsiz güçsüz aç açıkta binbir güçlük içinde yaşayan yurttaşlarımıza yaptıkları muameleler gün gibi açıkta. Yazımın konusuyla ilgili olarak biraz araştırma yaptım. Bakın Kriz bahanesiyle neler yaşıyoruz.
Krizden güçlenerek çıkmaya çalışan sermaye kesimi bu süreci fırsat bu fırsat şeklinde değerlendiriyor. Ne kadar işçi düşmanı uygulama varsa işsizlik sopasını sallayarak yasalaştırmaya çalışıyor. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu TİSK"in yayın organı İşveren dergisinin Aralık sayısında Genel Sekreter Bülent Pirler Kriz döneminde nasıl bir istihdam politikası izlenmesi gerektiğini anlatıyor.
Pirler yazısında; Artık dünyada, klasik çalışma ve iş sözleşmesi türlerinden uzaklaşılarak, çağrı üzerine çalışma, kısmi süreli çalışma, iş paylaşımı, geçici iş ilişkisi, evde çalışma, tele çalışma gibi atipik iş sözleşmesi türleri yaygınlaşmakta; yıllık hesaplar, kayan iş süresi, telafi edici çalışma, yoğunlaştırılmış iş haftası, kısa çalışma gibi esnek çalışma süreleri uygulanmaktadır diyerek aslında en az 20 yıldır dilden düşmeyen önerileri bu sefer tam zamanıdır düşüncesiyle yeniden pişirip önümüze koyuyor. Pirler, 4857 sayılı iş yasası ile esnek çalışma yasalaştırılırken işçileri koruyan hükümlere de yer verilmesinden son derece şikayetçi. Bu nedenle 2007 yılında AB Komisyonu tarafından yayınlanan Ortak Güvenceli Esneklik İlkelerine Doğru: Esneklik ve Güvence Yoluyla Daha Çok ve Daha İyi İstihdam başlıklı bildiri ile snekliğin meşrulaştırılmış olmasından son derece memnun. İşveren temsilcisi laf kalabalığı arasından sopa göstermeyi de ihmal etmiyor. Mevcut mevzuatın Ya tam zamanlı çalıştır ya da çıkart seçeneğinden başka yol bırakmadığını ileri sürerken bunun işverenlere işçi çıkartmaktan başka yol bırakmadığını ifade etmek istiyor. Peki ağzındaki baklayı çıkartmasını istediğimizde ortalığa saçılan ne oluyor. Aynen şöyle yazıyor önerilerini:
-Yıllık ücretli izin süresi konusunda yapılabilecek işler,
* Ücretsiz izin kullandırılması,
* Telafi çalışması,
* Kısa çalışma,
* Ücrette indirim yapılması,
* Çalışma sürelerinin azaltılması.
Pirler, önerilerinin ardından sızlanmayı da ihmal etmiyor. Ancak, tüm bu başlıkların uygulama zorlukları ve görünür ya da görünmez hukuki sorunları bulunmaktadır. Gören de işverenlerimizin yasalara uyma konusunda olağanüstü bir titizlik sergilediğini sanacak. Ama olsun onlar hukuksuzluğun hukuk haline getirilmesini yani bütün yolların düzlenmesini istiyorlar. Küçük bir taş parçası bile olmasın istiyorlar ayaklarına takılan. Güvenceli esneklik olacakmış. Yani hukuksuzluk güvence altına alınacakmış, yani insanları asgari ücretin üçte birine günde 6 saat çalıştırıp suyunu çıkaracakları, istedikleri zaman çağırıp gel çalış, iş olmayınca güle güle diyecekleri bir düzen istiyorlar. Bunun için de kriz tam zamanı
Peki ya işçilerin huzuru, peki ya bir emekçinin güven duyarak bir işe gelme, geleceğini planlama hakkı, peki ya bir emekçi çocuğunun iyi bir okulda eğitim alma hakkı, peki ya bir işçinin çocuklarına güven verme hakkı
Kuşkusuz bütün bunları istemek beni işten at anlamına geliyor. Çünkü işverenlerin gözünde işçilerin buna hakkı yoktur. O sadece patronun istediği kadar çalışmalı sonra defolup gitmelidir.
Patronların cüreti insana eceli gelen köpek
dedirtiyor. Yazar ve sendikacı Tufan Sertlek"inde, anlatımlarıyla krizi böylece anlatmaya çalıştık. Bir sonraki kriz yazımızda görüşmek üzere. Saygılarımla.