İnsan, kendisini zamanla muhasebe etmesi gerek. Her zaman sürekli yazmak yanında, biraz da gerilere dönüp bakmak gerek. Acaba ne yapıyorum; okunuyor muyum? Acaba yazdıklarım izleniyor mu? Acaba nasıl bir düzenleme yapsam?
Aslında okurlarımız da bizi hesaba çelmesi gerekir. Eğer izleniyorsak okuyucularında değerlendirmesi çok iyi olur.
En fazla eleştiri, yazılarımızın uzunluğu olmaktadır. Ben de farkındayım. Kısaltmaya çalışıyorum.
Ben, 23 yıl olmuş Samsun"dan uzaklaştım. Bu nedenle Samsun"da olup bitenleri dostlarımızla sürekli hasbıhallerimizle öğreniyorum. Sonra değer patronumuz Adnan Bahadır gibi de bana göre düşman çekecek konular üzerinde durmak da adetim değildir. Dostumuzun sayısını arttırmak gerekir. İnsan, hangi çevreden gelmişse ve hangi çevrenin içindeyse o çevreyi küstürmemesi gerekmektedir. Her insanın hatası vardır ve hatasızlığını söyleyenlere fazla yanaşmamak gerekiyor.
İnsan, yakın dost olduğuna inandığı ve güvendiği insanların her kusurunu uluorta söylemeyecek. Dost vardır, düşman vardır. Bizim için önemli olan, musalla taşıdır; musalla taşının üzerine kefenle yatırıldığımız zaman, acaba arkamda kaç tane insan, gerçekten dost bilip de cenazeme gelmiş, diye hesap etmemiz gerekmektedir. Acaba ölüm döşeğine yattığımız zaman, kaç tane dost insan bizi ziyaret edecektir. Sağ salim olduğumuz günlerimizde onların hesabını yapmamız gerekmektedir.
Ben bir ilahiyatçıyım. İşim gücüm dinî kitap ve yayınlarla ilgilenmek benim tek hobimdir. Ancak bu dini kitapları karıştırırken de eski ve tozlanmış kitapları karıştırmak pek adetim değil. Onlara hakaret amacını veya küçümsediğimden değil de beni bugünkü kitaplar ve yazarların düşünceleri ilgilendirdiğinden en büyük yoğunluğumu günümün yazar ve kitaplarına ayırmaktayım. Bu nedenle de mezhep ihtilaflarına ve çetin tartışma üreten konulara fazla dalmıyorum. Kur"an kültürünü tamamen bugünün diliyle anlatmak istiyorum.
Benim için esas olan devlettir; bu Müslümanlar nasıl ve ne zaman devlet olurlar ve acaba Kur"an-ı Kerim, bugünkü devlete hıtap eder mi? Bugünkü devletler Kur"an kültürüyle yönetilebilir mi? Bütün ağırlığımı bu konulara vermekteyim.
Dinî konuların sosyal boyutuyla ilgileniyorum. Mezhepleri kimse inkar edemez, ancak ille de dört mezhep diye dayatmak da doğru değildir. üç de olur, altı, yedi de olur. Mezheplere bir sınır koymak doğru değildir.
Kur"an ve sünnetten önce icmâ"-ı ümmet düşüncesine öncelik vermekteyim. Çünkü Kur"an kültürünü bir beyin değil de bir çağda yaşayan ulema arasından çoğulcu ve çok seçkin ulemanın ortak aklı yorumlamalıdır. Bugün eline kalemi alan herkes bilerek veya bilmeyerek yüzlerce meal kaleme almaktadır. Ama hepsi aynı kafadan ve aynı kelimelerle açıklamaya çalışmaktadır. Farklı düşünmeyi veya alternatif üretmeyi içlerine sindirememektedirler. Benim Alim bina okur; döner, döner yine okur felsefesi artık iflas etmiştir.
Ben kişisel olarak Tek Adamcılıktan yana değilim. Çoğulculuktan çok hoşlanıyorum. Öyle hocalar geliyor, düşünce kavgası veriyoruz; birbirimize yüksek sesle bağırıp çağırıyoruz; ama ben o meclisin sonunda barışıyorum. Yeniden toplanmalara ortam hazırlıyorum. Kimseye benim fikrimde olmadığından Allah adına küfür damgası vuramıyorum, ama benimle tartışanların çoğu bana küfür damgasını rahatlıkla yakıştırdıklarına tanık oluyorum ve gülümsemekle karşılık veriyorum.
Samsun"da olup bitenleri öğrenmek istiyorum, en çok hoşuma giden de Büyük Cami"de Cuma sabahları Kur"an halkası oluşturulduğu haberi beni heyecanlandırmıştır. Samsun"da emekli hocalarımız artık çok çoğalmıştır. Bu diyanet, İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat emekli hocalarının bir araya gelmeleri ve Samsun"un kötü giden dinî yaşamını iyilere tebdil etme çalışmalarına yoğun mesai vermeleri bizi cennete götürecek en iyi amel olduğu düşüncesini taşımaktayım. Ehl-i küffar diyebileceğimiz karşı cephe, meyhanesinde, içkili alemlerinde Samsun"umuzun kaderini ilgilendirecek toplantı meclislerini toplayabiliyorlar ve yetkilileri yönlendirebiliyorlar. Bizim onlardan neyimiz eksik ki!
Şimdi en büyük meselemiz anayasa değişikliği konusudur. Acaba Müslümanların anayasaya önem vermeleri gerekir mi? Kendilerine oy verdiğimiz bugünkü siyasi iktidarın yoğun çalışmalarına sivil toplum örgütlenmesi düzeyinde destek olmamız gerekmez mi?
Sağ muhalefet de sol muhalefet de anayasanın değiştirilmesi üzerinde birleşmekte, ama hem sağ ve hem de sol muhalefet, anayasanın ikinci maddesinin değiştirilmesinin tedirginliğini yaşamaktadırlar. Müslüman"ın elinden 85-100 yıldır anayasal hak ve özgürlükler alınmıştır. İkinci maddeye, 924 teşkilat-ı esasiye Kanunu anayasasındaki: devletin dini İslam"dır yerine laiklik ilkesi konmuştur.
Cumhuriyet ilk kurulduğunda, kurucuların dinden hiçbir korkuları yokmuş. Halifelik kalktığı için, 924 anayasasında ..devletin dini İslam dinidir . cümlesini kaldırmışlardır.
Tekrar dikkat edilirse, anayasanın ikinci maddesine devrimsel ilkeler yavaş yavaş eklenmeye başlanmış ve nihayetinde 937"de laiklik ilkesi de eklenmiştir.
Unutmamak gerekir ki cumhuriyetten önceki devlet anlayışı şeriat anlayışıydı, yani devlet yönetiminde dini hükümler geçerliydi. Sağ ve sol muhalefetin en çok korktukları, Müslüman ülkeler arasında kaldırılan vize uygulamalarının ve Müslüman ülkeler arasında tren seferlerinin başlamasının İslam birliğine yol açacağıdır. İki Müslüman ülke arasındaki haberleşme kanallarının açılması da sağ-sol muhalefeti ürkütmektedir:
Allah"la akitleşmesinden sonra Allah'la sözleşmesini bozanın, Allah'ın öncelikli istediği birlikteliğini kesip ülkenin ilâhî birlikteliklerini kundaklayanların... İşte bunlar, bunalımlı toplumdur Bakara Sûresi: 27.
Bugün İsrail ve İngiltere ülkelerinde anayasa bulunmamaktadır. Anayasa açıkça devletin resmî bir dininin olduğunu belirtebilir. Anayasada açıkça bir devlet dininden bahsedildiğine göre bu tür anayasaları lâik saymak mümkün değildir. Bu anayasada, resmî devlet dini dışında kalan diğer dinler bakımından din ve inanç hürriyeti tanınmış ve güvence altına alınmış olsa bile, böyle bir anayasa lâik sayılamaz. Çünkü böyle bir devlette din-devlet işlerinin birbirinden ayrı olduğu söylenemez. Bu ihtimalin tipik örneği 1876 Kanun-u Esasîsidir. 1876 Kanun-u Esasîsinin 11"inci maddesi açıkça Devlet-i Osmaniye"nin dini din-i İslâm"dır demekteydi. 17 Mart 1992 tarihinde Knesset tarafından kabul edilen Temel Kanunun 1'inci maddesi açıkça İsrail"in bir Yahudi Devleti olduğunu belirtmektedir.
Hz Peygamberimiz SAV de ilk Medine Devletinde anayasa düzenlemiş ve Müslüman-Yahudi-Hıristiyan üçlüsünden bir devlet oluşturulmuştu. Adına da Medine Vesikası denmişti.
Emeviler, sahabeden birçoğuna eziyet etmişler ve kendilerinden olmayan sahabileri normal vatandaş görmemişlerdi. Abbasiler döneminde de gerçek Müslümanlara zulmedilmiştir. İmam Azam Ebu Hanife dahi devlet yöneticilerinden yana olmadığı için kendisine cezaevinde uygulanan aşırı işkence sonucu şehit olmuştur. Bunların tamamı, anayasadaki anayasal hak ve özgürlükler kapsamındadır.
Bugünkü sağ-sol muhalefetin en fazla tedirgin oldukları nokta, Türkiye Müslümanlarına 85-100 yıldır uygulanan azınlık statüsü ve ikinci sınıf vatandaşlık uygulamalarının yeni milli bir anayasanın düzenlenmesiyle yeğnikleştirilme korkusudur.
İşte Müslüman Ehl-i Sünnet yanlıları, bugün kendi aralarındaki buzları eritmeden ve sivilleşmiş bir din ile toplum huzuruna çıkmayı sağlamadan bölünmüşlüklerinin önüne geçemeyeceklerdir. Ehl-i Sünnet yanlılarının bugünkü görüntüleri, yürekler acısıdır. Bunun nedeni Allah"ın dinine çok sıkı sarılırken boğulmasına neden olduklarından Allah"ın gazabına duçar olmaları yüzündendir.