İnsanevladı yüzyılın deneyini gerçekleştiriyor. Evrenin sırlarına biraz daha vakıf olmak isteği ve merak duygusu bugüne kadar birçok yeni keşiflerin yapılmasına neden oldu. Bu keşiflerden hepsinin yararlı olduğu ve daha mutlu yaşamamızı sağladığı söylenemez.
Fakat evrendeki yerimizin, kendi küçük mavi noktamızın durduğu yerin neresi olduğunu ve geleceğin de ona, dolayısıyla bizlere neler getireceğini sanırım merak etmeyen yoktur.
Açılanın "Pandora'nın Kutusu" olduğunu söyleyenler olduğu gibi küçük ve zararsız bir deney olduğunu söyleyeneler de var.
İnsanevladının evrenle ilgili bilgisini artırma isteğinin en önemli teşvik edicilerinden birinin de "acaba bizimki gibi bir hayatın olduğu veya olabileceği başka yerler var mı?" sorusu olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar gidebildiğimiz en uzak mesafenin Mars yüzeyi olduğu düşünülürse, daha keşfedilecek kocaman bir alan olduğu daha iyi anlaşılır. Benzetme ne kadar doğru bilmiyorum ama bir ton unun içindeki tek bir un tanesinin içini keşfetmeye çalışıyor gibiyiz.
Yaşanabilir başka gezegenleri arayışımızın en önemli sebebi sanırım kendimizi artık tanıyor oluşumuz. Gezegenimizi yemeyi bırakmayacağımızı ve biz çatlamadan önce kaynakların kuruyabileceğini biliyoruz ve bu yüzden gidilebilecek yeni yerlere ihtiyacımız var. 100 sene öncesine göre nüfusumuz çok fazla artış göstermiş. Muhtemelen 50 sene sonra iki katına yaklaşacak nüfus tahminlerinde bulunuluyor. Bu durumda uzay gemilerimize binip göç yolları aramaya çoktan başlamış olmamız gerekirdi.
Tabi bu kadar insanı taşıyacak ne gemimiz ne de taşınacak yeni bir yerimizin henüz olmadığını düşünürsek, karton kutulara eşyaları doldurmak için acele etmeye pek gerek yok. Üstelik şu an uzaya turist olarak çıkmak için bile 5 milyon dolar gerekiyor.
Eskiden haberleri seyrederken üzerinde UN yazılı araçları gördükçe zor durumdaki insanlara yardım için un götürüldüğünü zannederdim. Bu mavi araçların Birleşmiş Milletlerin (United Nations) araçları olduğunu öğrenmem İngilizce bilgimin artmasıyla gerçekleşebildi ancak. Hangisinin yani unun mu? UN'un mu daha yararlı olduğuna karar vermek ise daha da çok bilgi gerektiriyordu. UN, genellikle iç savaşın olduğu bölgeleri kontrol veya savaşan ülkelerin barış süreçlerini denetleme amacıyla görevler yapıyordu.
Ve o savaş , yıkım görüntülerinin ardında zaman zaman eşyalarını sırtlanmış, arabalara yüklemiş insanlar yurt bildikleri yerlerden göçüyordu.
Ne kadar büyük bir zorluk olduğunu ancak tahmin edebildiğim bu göçler bugünkü dünyamızın en önemli meselesi haline gelmiş durumda. Komşu ülkelerimizde yaşananlar yüzünden maalesef daha yakından tanık olmak zorunda kaldığımız bu göçmenlere kucak açmak onların yurtlarında barış içinde yaşamasını sağlamıyordu.
Binlercesi kendileri için kurulmuş kamplarda yüzlerce sorunla mücadele ederek hayata tutunmaya çalışan bu insanlar daha düne kadar belki de normal hayatlarını sürdüren, belli saatlerde işine giden, evine gelip televizyonunu seyreden, hepimiz gibi normal insanlarken isimleri artık göçmen, mülteci, sığınmacı olarak anılır oluyordu.
Ne çalışmaya izinleri vardı ne de istedikleri yere seyahat etmeye. Göç yollarına düşüşün tek sebebi savaşlar değildi elbette. Daha iyi şartlarda yaşamak ya da sadece insanca şartlarda yaşamak için de düşülüyordu göç yollarına. Bugün sayıları milyonları bulan göçmenler, sanki yerleşik hayata geçişimizi geçici bir süreçmiş gibi gösteriyor bize, ta ki yeniden yollara düşene kadar (böyle bir şeyin olmasını kesinlikle istemem).
Yurtlarında, ülkelerinde, vatanlarında, topraklarında huzur içinde yaşamak yerine, sırf keyif için yollarda ölen binlercesine rağmen çıkılmadığına göre göç yollarına, göç problemi yerine, "insanların bulundukları yerlerde daha mutlu yaşamasını nasıl sağlarız?" sorusuna cevap aranması belki de bin yılın cevabını sunacaktır hepimize.
Hepimizin binlerce yıllık süreçlerde göçmenlikten çıkıp yurt bildiğimiz topraklara yerleşmesinden sonra, daha büyük bir hepimizin yurt bildiği küçük mavi, mucizevi gezegenimizden ayrılma yolları araması yerine; başı karlı dağlarına türküler yaktığımız, şırıl şırıl akan sularında yıkandığımız, göllerinde balık tuttuğumuz, rüzgarında saçlarımızı savurduğumuz buralara daha bir özenle, incelikle, değer vererek bakmamızın zamanı geçmeden yani gezegenimiz erimeden yüreklerimizdeki yağları eritmemiz gerekiyor sanırım.