Nihal Atsız'ın ilgi çekici yazısından birkaç çarpıcı örnek daha sunmak istiyorum. Diyor ki:
" (...) Fakat onun hizmeti bu kadar da değildi. 1877-1878 savaşından yenilerek çıkan Osmanlı ordusunu, o zamanın en mükemmel silâhları ile, meselâ mavzer tüfekleriyle silâhlandırdı. Denizci devletlerin ve Rusların denizden yapmaları mümkün taarruzlara karşı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını tahkim etti. Ve, Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle Fransızların 18 Mart 1915 saldırıları bu istihkâmlarla durduruldu.
Mükemmel kurmaylar yetiştirdi. 1914-1918 savaşı ile İstiklâl Savaşı’nı bunlar idare ettiler. Sultan Aziz’in, Ruslarla çarpışıp Kırım’ı kurtarmak için hazırladığı donanma, denizcilik tekniğinin değişmesi karşısında değerini kaybetmişti. 8-10 mil giden gemilerle artık iş görülemezdi. Bunları kadro dışı ederek iki zırhlı ile iki kruvazör aldı. Büyük Osmanlı borçlarının üçte ikisini ödedi. Pek çok okul açıldı. Pek çok yol ve köprü, ayrıca hastahâne ve çeşme gibi hayrat yaptırdı. Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu.
(...) Çok namuslu ve dindar bir adam olduğu için, asla kan dökmemiştir.
(...) Memleketi doğrudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere’ye karşı devleti savunan Sultan Hamîd, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen siyonizme de göğüs germiştir.
(...) Ressam, hattât ve musikişinas idi. Doğu ve batı dillerinden bazılarını biliyordu. Kurduğu çok değerli Yıldız Kütüphânesi, bugün, Üniversite Kütüphânesi’ni de yine o kurdu. Yani Sultan Hamîd, Türk kültürüne kütüphâne kurarak, pek çok okul açarak ve ilmî eserler yazdırarak hizmet etti.
Onun kaatil olduğu yalan, kızıl sultan olduğu iftiradır. Avrupalıların ve Ermenilerin yakıştırdığı kızıl sultanlığı benimsemek, onların emellerine hizmet etmek olmaz mı?
Sultan Hamîd, kızıl değil, “Gök Sultan”dır.
(...) Merhum Gök Sultan Abdülhamîd Han, bütün hayatında bir fikir, devleti ayakta tutmak ve hazırlamak için yaşadı. Siyasî dehâsı ile Avrupa’yı ve Moskof’u oyalıyor, bir yandan da demir yolu ve okul ile Türk milletini kuvvetlendirmeye çalışıyordu.
(...) Türkiye dört sınırında yangınlar olan bir ev, Sultan Hamîd, o yangınların eve bulaşmaması için hızla koşarak ateşe su serpen, kum döken ve keçe kapatan bir savunucu idi."
Nihal Atsız, başka bir yazısında, Gök Sultan'a dâir bir başka hâtırayı da şöyle naklediyor:
" Bir gün, saray bahçesinde hademelere iş gördürürken, içlerinden birisinin beceriksizliğine kızarak ona: "Eşek Türk!" diye bağıran ve galiba Arnavut olan saray memuruna: "Ben de Türk'üm!" diye seslenerek o memurun korkudan bayılmasına sebep olmuştur. Millî şuûru kuvvetli olmasaydı, pencereden seyrettiği olayı görmemezlikten gelebilirdi."
(Bknz: Tanrıdağ, 10 ve 11. Sayı ve 17 Temmuz 1942)
Hiçbir Türk, bir başka milletin mensubuna bu tarz hakaretlerle hitapta bulunmaz. Hiçbir Türk, kendisine söylenmesini istemediği bir sözü başkasına söylemez ve kendisine yapılmasını istemediği bir hareketi de başkasına yapmaz.
Ne yazık ki; buna rağmen, târih boyunca, kendisine, hile ile, sinsice tuzak kuranlara da aldanabilmiştir. O hâlde; ilkönce târihî önderlerinin çektiği çileleri sağlam kaynaklardan öğrenmeli, onlara sâhip çıkmalı, döşedikleri iz üzerinde yürümelidir.
Hulâsa olarak; asıl, kendi cinâyetleriyle ellerini bulayan kan kızıllığı yanında, vicdânlarındaki kapkaranlığın ve alınlarındaki bir sürü belli belirsiz lekenin ifadesi olan riyâ ile, hakikatleri örtbas etmeye çalışanları, nedâmet duyarak hâllerini ifşâya, insanlık adına utanmaya ve özür dilemeye dâvet ediyorum.