(Dünden devam)
Bir başka hadîs-i şerîte şöyle buyurulur: "Kalb bozulunca, beden işleri de hep bozulur"
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), yine bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmaktadır:
Bir hadîs-i şerîfleri şöyle nakledilir: "Peygamber efendimiz, Kâbe'yi göstererek, şöyle buyurur: "Ey Kâbe! Sen, Allah'ın evisin. Sen, mübâreksin fakat bir Müslüman, bir Müslüman'ın kalbini kırsa yetmiş defa seni yıkmaktan daha büyük günâha girer."
Kâbe, biz Müslümanlar için mukaddes bir mekândır. Netîce îtibâriyle, onu yapan insandır. Fakat, kalbi, Allahü teâlâ yaratmıştır ve müm'inin kalbi, Allah ü teâlânın evidir.
"Gönül"kelimesi, Türkçe'den başka hiçbir dilde yoktur. Bu mânâ ve ondan meydana gelen deyimler içersinde kullanılışıyla da, ayrıca, Türkçe'ye kazandırdığı çok büyük bir zenginlik de vardır. Hem ince-zarîf-güzel, hem de mânâlı ve işlek/her kelimeyle uyumlu, hem de kullanılma sahası olarak çok zengin, hârika ve kıskanılacak bir kelimemizdir. Bütün bunlardan başka, Türk kültüründe "gönül", kızlarımıza/ kadınlarımıza severek verilen bir isimdir.
Burada, bir başka hususa daha dikkat çekmek isterim: Türkçemizde, kalb kırmak/gönül kırmak aynı mânâda kullanılabilir ammâ, meselâ, gönül almak yerine kalb almak denilemez. Meselâ; gönül avcısı, gönül çekmek, gönlü kalmak...denilir ammâ, kalb avcısı, kalb çekmek, kalbi kalmak denilmez. Bunları, daha da artırabiliriz.
Dolayısiyle, "gönül", Türkçe'de, sosyo-kültürel, töreye âit/anânevî/ târihî bir hâl de almıştır.
Başlangıcından îtibâren, "gönül" kelimesine dâir bir sıralama yapalım istiyorum:
1. "Gönül" kelimesine, ilk olarak, yazılışı ve okunuşu "köngül" olan ve Türk milletinin ilk yazılı numûnesi olan Orhun Âbideleri'nde/Yazıtların'da (732-735) rastlamaktayız:
"Taş tokıtdım. Köngüldeki sabımın urturtum./ Taş yontturdum. Gönlümdeki sözümü vurdurdum/yazdırdım.."
2. Yusuf Hâs Hâcib (1017?-1077?), Kutadgu Bilig adlı eserinde, "gönül" kelimesini, yine, "könül" olarak ifade ederek şöyle der:
"Gözün gördüğü şeyi gönül arzular; gönül arzu edince, ona kim karşı koyabilir.
Gönül yedi endâm üzerine beydir; bey yol gösterince, halk tereddütsüz onu tâkip eder.
Bilgili çok yerinde bir söz söylemiştir; ey yiğit, gönülü ve gözü gözet.
Vücût, yedi endâm, gönüle uyar; insan gönülü ile ağır yük yüklenir.
Gönülsüz insan yalnız bir şekil ve kalıptan ibârettir; gönülsüz insan âlim adını kaybeder
(Bknz. Yusuf Hâs Hâcib, Kutadgu Bilgi, Çeviri: Reşit rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1974, Sf. 206)
"Gönül" ün "yedi endâm üzerine bey" oluşu ve "Vücût"un, "yedi endâm, gönüle uyar"ı, İmâm-ı Gazâlî'nin, "Bedenin bütün uzuvları , onun askerleridir. Bütün bedenin pâdişâhı odur" ifadesi aynîlik taşır.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin: "Kalb ile Arş, halkda bulunuyor ise de, Âlem-i emrdendir" sözü de buna işâret olamaz mı?
3. Kâşgarlı Mahmûd (1025?-1090?), Dîvânü Lügaat'it-Türk adlı eserinde"könül"den bahseder. Bu hususta da iki örnek nakledeceğiz:
"Közden yırasa könülden yeme yırar=Gözden ırak olan gönülden de ırak olur"
"Kulak işitse könül bilir. Köz korse üyik kelir=Kulak işitse gönül bilir, göz görse sevinç gelir."
Bu mânâlara baktıkça ve bu mânâlara nüfûz ettikçe, bizim "Gönül Dünyâmız"ın ufuklarını keşfetmek kolay gibi görünüyorsa da, onlara, çokluğunu açıklamak bakımından ulaşabilmek çok zordur. Bunun için; makalemizde, belli sınırlar içersinde, buna çâre arayacağız.
4. Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî (?-1116), Dîvân-ı Hikmet'inde "köngli" olarak bize ulaştırdığı "gönül"ü şu mısrâlarında nakleder:
"kayda körseng köngli sınuk merhem bolğıl
andağ mazlûm yolda kalsa hemdem bolğıl
rûz-ı mahşer dergâhığa mahrem bolğıl
mâ ve menlik halayıkdın kiçtim muna
"Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;
öyle mazlm yolda kalsa, hemdem ol sen;
mahşer günü dergâhına mahrem ol sen;
ben-sen diyen kimselerden geçtim işte."
(Dîvân-ı Hikmet'ten Seçmeler, Ahmed-i Yesevî, Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Eraslan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1983, Sf. 54- 55)
"âkil irseng ğarîblerni könglin avla
mustafâ dik ilni kizip yetîm kavla
dünya-perest nâ-cinslerdin boyun tavla
boyun tavlap deryâ bolup taştım muna"
"Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla;
Mustafâ gibi ülkeyi gezip yetim ara;
dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir;
yüz çevirip, denizolup taştım işte." (a.,g.,e.,Sf. 56-57)
"sünnet irmiş kâfir bolsa birme âzâr
köngli katığ dil-âzârdın hudâ bîzâr
allâh hakkı andağ kulğa siccîn tayyâr
dânâlardın iştip bu söz aydım muna"
"Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen;
Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden;
Allah şahit, öyle kula hazırdır Siccîn;
bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte."
(Siccîn: Cehennemin en aşağı tabakası) (a.,g.,e., Sf. 62-63)
"nâgehânî tuturımda kamuğ büzürg
hak ışkını könglüm içre saldı dôstlar
hızır babam hâzır turup lutf eyleben
meded kılıp ilgim tutup aldı dôstlar"
"Birdenbire durduğumda hep ulular
Hak aşkını gönlüm içine saldı dostlar.
Hızır Baba'm hazır durup lutf ederek
yardım edip, elimden tutup aldı dostlar." (a.,g.,e.,e, Sf. 82-83)
"köngül közin yarutmayın tâat kılsa
dergâhığa makbûl imes bildim muna
hakîkatdın bu sözlerni pâk örgenip
lâ-mekânda hakdın sebak aldım muna"
Gönül gözünü parlatmadan tâat kılınsa,
dergâhında makbul olmaz, bildim işte.
Hakikatten bu sözleri iyice öğrenip
lâ-mekânda Hak'tan dersler aldım işte." (a.,g.,e.,Sf. 104-105)
(Devamı yarın)