(Dünden devam)
Âşık için dünya ni'metlerinin öne serilmesi istenen bir şey değildir. Çünkü insanı dünyaya bağlayıp Hakk'tan ayrı düşürür.
Cem'iyyyet ile tefrika "ayrılık" arasında tezat san'atı vardır."
"Menüm tek hîç kim zâr ü perîşân olmasun yâ Rab
Esîr-i derd-i ışk u dâğ-ı hicrân olmasun yâ Rab"
(Yâ Rabbi, hiç kimse benim gibi ağlayıp inlemesin, perişan olmasın. Yâ Rabbi, aşk derdine ve ayrılık yarasına esir olmasın.)
Aşk derdine esir ve hicran yarasına müptelâ olmak âşıklık için bir meziyettir. Ağlayıp inlemek, perişan olmak da istedikleri şeydir. Çünkü yine Fuzûlî bundan evvelki gazelinde huzur ve saadet insanı Hakk'tan ayırıyor diyor. Fuzûlî kendisinin yüksek mânevî mertebesine kimsenin erişmemesini istiyor.
(Bknz. Fuzûlî Dîvânı Şerhi-I, Hazırlayan, Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara 1985, Sf. 107)
SONUÇ
Türkçe sevdâlısı Nihad Sâmi Banarlı, Türkçe'nin Sırları adlı eserinde, Gönül Sözüne Dâir başlıklı yazısında şöyle der:
"Bu kelimenin en eski Türkçede söylenişi, Kön-kül'dü, zamanla könğül sesini aldı ve yüzyıllarca bu sesle kullanıldı. Ona gönül sesini veren, Türkiye Türkçesi'dir.
Gönül'e önce VIII. asırda rastlıyoruz. Târihi taşa kazdıran bir hükümdar ağzından konuşarak, adını bildiğimiz ikinci Türk yazarı, Yollug Tigin:
Taş tokıtdım, köngültegi sabımın...bitidim: Taş yontturdum, gönüldeki sözümü yazdırdım, diyor.
Kelimenin edebiyat târihimizde ikinci bir âşıkı, Kutadgu Bilig yazarı Yûsuf Hashâcib'dir. Kelimeyi fırsat düştükçe kullanır, ona, aruz'la mânîler söyletir. Onun:
Könğül kimni sevse körür közde ol
Közün kança baksa uçar yüzde ol
Könğülde negü erse arzû tilek
Ağız açsa barça tilin sözde ol
gibi mısrâları,Türkçenin İslâm çağındaki ilk gönül şiirleridir: "Gönül kimi sevse gözünün önünde (hep) onu görür; göz nereye baksa orada o (nun hayâli) uçar. Gönülde arzû, dilek ne ise (insan) ağız açınca hep ondan söz açar." demektir.
Gönül, Anadolu'da Yûnus Emre'nin:
Taşdın yine deli gönül
Sular gibi çağlar mısın
gibi mısrâlarıyla şahlanır. Ondan sonra, sesi fazla değişmez. Bâzan "bu göynüm" diyenlerin söyleyişiyle başkalaşsa da kesin notasını Anadolu'da bulmuş olmanın gönül ferahlığıyle yaşar." (Bknz. Nihad Sâmi Banarlı, Türkçenin Sırları, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1972, Sf. 79-80)
Makalemizin girişine; "O hâlde, gönül nedir ve gönül dünyâsı dediğimiz mekân neredesidir?" diye sorarak başlamıştım. Şimdi, bunu şöyle soralım: Gönül dünyâsının/dünyâmızın dışı neresidir?
Kur'ân-ı Kerîm'de, Dehr/İnsân sûresinin 2. âyetinde şöyle buyurulur: "Biz, insanı imtihan için yarattık."
Yani, bu mekân, fâni/geçici olmakla birlikte, hakîkattir. Peygamber Efendimiz'in buyurdukları: "Dünya, âhiretin tarlasıdır" hakîkati, "Halkın içinde, Hakk'la berâber" olmayı, yâni, "Zâhiri halk, bâtını Hakk ile olmak" düşüncesinde bize/insanoğluna ışık olmaktadır.
Aynı şekilde; hadîste buyurulduğu gibi, "Kalb sâlih olunca, beden de sâlih olur", düşüncesi, dünya varlık ve nimetlerini, bu tezatların birleşmesine/kavuşmasına/birbirini tamamlamasında götürür.
Bu tezatları, Yûnus Emre'den naklederek, mes'eleye hem açıklık getirelim ve hem de, onu, bir netîceye bağlamaya çalışalım:
* "Miskin âdem oğlanı nefse zebûn olmuşdur
Hayvan canavar gibi otlamağa kalmışdur
(...) Beğler azdı yolından bilmez yoksul hâlinden
Çıkdı rahmet gölinden nefs göline talmışdur." (Sf. 63)
* "Zinhar virmegil gönül dünya payına birgün
Dünyeye gönül viren düşe tayına birgün
Bu dünya bir evrendür âdemleri yudıcı
Bize dahı gelüben yuda toyına birgün" (Sf. 153)
* "İşidün ey ulular âhır zamân olısar
Sağ müsülman seyrekdür ol da gümân olısar
(...) Gitdi beğler mürveti binmişler birer atı
Yidüği yoksul eti içdüği kan olısar" (Sf. 51-52)
* "Sen bu cihan mülkini Kafdan Kafa dutdun tut
Ya bu âlem malını oynayuban utdut tut
(...)Bu dünyâ bir lokmadur ağzunda çeynenmiş bil
Çeynenmişi ne dutmak ha sen anı yutdun bil"(Sf. 22)
(Kafdan Kafa: Bir uçtan bir uca kadar, baştan başa; utmak: oyunda yenmek, kazanmak;
* "Gerekmez dünyeyi bize çünki bâki bünyad değül
Bir kul bin de yaşarısa ölicek bir saat değül
Bu dünye kahır evidür nice ömürler eridür
Uçmakda huy satun kişi yalan yanlış gaybet değül" (Sf. 99)
(Bünyad: Temel, esas, asıl)
* "Dünyeye gelen kişiler yola bile gelmek gerek
Ölümini anubanı dün ü gün ağlamak gerek
Bu dünye kahır evidür hem bâki değül fânidür
Aldanuban kalma buna tiz tevbeye gelmek gerek
(...)Yûnus'un sözi şiirden ammâ aslı (dur) kitabdan
Hadis ile dinene key (bilgil) sâdık olmak gerek" (Sf. 92)
*"Kim dervişlik isterise diyem ana n'itmek gerek
Şerbeti elinden koyup ağuyı nûş itmek gerek
(...)Bakma dünya sevisine aldanma halk gövüsine
Dönüp dâdar arzusına ol Hakk'a yüz tutmak gerek" (Sf. 94)
(Nûş: Tatlı; nûş itmek: içmek; dîdâr: yüz, çehre)
* "Döner gönlüm bana öğüt virür hoş
Âşık olan gönül ışkdan usanmaz
(...) Âşık bir kişidür bu dünyâ malın
Âhıret korkusın bir pula saymaz
Bu dünya ol âhıretden içerü
Âşıkun yiri var kimsene bilmez
Âşık öldi diyü salâ virürler
Ölen hayvan durur âşıklar ölmez" (Sf. 74)
* "Dost yüzine bakmağa key safâ nazar gerek
Dostıla bilişmeğe can gözi bidar gerek
(...) Akıl irdüği değül bu göz gördüği değül
Dil söz virdüği değül bî-lisân bî-ser gerek" (Sf. 88)
(Key:iyi, iyice, hakkıyla; safâ: saflık, arılık, temizlik, gönül şenliği; safâ nazar: Temiz bakış, feyiz veren bakış; bîdâr: uyanık; bî-lisân: dilsiz)
* "İy sözlerün aslın bilen gel di bu söz kandan gelür
Söz aslını anlamayan sanur bu söz benden gelür
Söz var kılur kayguyı şâd söz var kılur bilişi yad
Eger horlık eger izzet her kişiye sözden gelür
Söz karadan akdan değül yazup okımakdan değül
Bu yürüyen halkdan değül Halık âvâzından gelür"( Sf. 33)
Gönül dünyâmızı inşâ eden, ışıklandıran, tanzîm eden, geliştiren ve genişleten, sâdece birkaç mürşîdden/üstâddan/pîrden örnekler sunabildim. Türk edebiyâtının, Türk fikir hayâtının ve Türk san'at tarihinin, bu hususta hazîneler değerinde şahsiyetlerle ve eserlerle dolu olduğunun bilinmesi gerekir.
İşin özü, bir atasözümüzde de gizlidir:
"Gönül ne kahve iste, ne kahvehâne
Gönül sohbet ister, kahve bahâne,"