Konumuza girmeden önce bir özür birde kınama sunmak istiyorum, bir önceki yazımın sonunda daha önce Ak parti il Başkanının özel kaleminde çalıştıktan sonra özel idarede işe giren, özel idare özelleştikten sonra da Büyükşehirde Dair Başkanı olan bir arkadaşın İYİ parti Canik ilçe teşkilatını ziyarete gittiğini yazmıştım. Soyadları karıştırmışım, giden arkadaş yine özel idareden Büyükşehir’e geçip Daire Başkanlığı yapmış bir arkadaş, arkadaşların ikisinin de adı aynı ancak soyadları farklı, soyadı Öztük olan arkadaş değil, Elmas olan arkadaş ziyaret etmiş, öztük kardeşim geldi helalleştik ancak kamuoyunun da bilmesi bakımından düzeltiyorum, kendisinden tekrar özür diliyorum, hakkını helal etsin, diğer arkadaşı da kınıyorum. Neden kınıyorsun derseniz herkesin siyasi düşüncesine saygım var, kim hangi partiye isterse gitsin ama Ak parti iktidarlarının her türlü nimetinden istifade ettikten sonra başka partilerde istikbal aramak doğru bir davranış biçimi değil. Bırakın oralara o partinin dünya görüşüne yakın insanlar gitsin, ortada nimet varsa veya olacaksa onlar istifade etsinler. Her dönemin adamı olmak insanın kişiliğini yok eder diyerek asıl konumuza geçmek istiyorum.
Sosyal medyada dolaşırken bir dostumun paylaştığı 1990 yılında yaşanmış bir olayı okuyunca gözlerimdeki yaşı tutamadım, ülkenin nereden nereye geldiğini sizlerle de paylaşma gereği duydum, belki biraz uzun ama mutlaka okunması ve çocuklarımıza da okutulması gereken bir yazı olduğundan sizlerle paylaşıyorum. Yazıyla sizleri baş başa bırakıyorum;
DİNDAR BİR SUBAYIN ŞEHADETİ..
Yıl 1990. Edirne’den Gaziantep İslahiye’ye tayinim çıkmıştı. Daha doğrusu ailece dindar olduğumuz için sürgün edilmiştik. Islah olmamız için ıslah edilmiş topraklarda kurulu İslahiye ilçesine…
İslahiye’ye geldiğim günün ikindi sularında kışlaya uğramıştım. İsmini gelmeden önce duyduğum Bedir Binbaşı nöbetçi amiriymiş. Tanışmak, birlik hakkında bilgi almak için ziyaretine gitmiştim.
Uzun bir sohbete dalmıştık. Gün kararmış, akşam namazını O’nun odasında, O’nun seccadesinde kılmıştım. Fırsat buldukça birlikte geçirdiğimiz iki yılımız olmuştu.
Serdengeçti edalı, sevecen, yürekli, duygusal, şakacı, dünyada kalıcı olmadığını bilerek yaşayan bir insandı. Milliyet hisleri güçlü bir Müslümandı. Türklüğü Müslümanlıktan ayrı düşünmezdi. Yaşadığı sıkıntılara rağmen ülkenin, ordunun yönetim biçimine aşırı hüs-ü zan beslerdi. Eleştirel yaklaşımlarıma mesafeli dururdu.
Askerlik kariyeri çok üst seviyede, Silahlı Kuvvetlerin en iyi komando subaylarından biriydi.
Neşeli tavırlarının yanında, söz, peygamber efendimize, sahabelerin rol model hayatlarından kesitlere geldiğinde gözyaşlarına boğulurdu.
Ramazan ayı geldiğinde kışlada orucu yasaklayan alay komutanına karşı verdiği mücadele, hafızamda hâlâ canlılığını koruyor…
Kendini kışla-orduevi-lojman üçgenine hapsetmez, halkla içten ilişkiler kurardı. İslahiye halkı ile tanışmam ve kaynaşmamda rol üstlenmişti. Aynı lojmanda kapı komşuluğu da yapmıştık…
1992 yılında Kars Sarıkamış’a tayini çıktı. Bir sene sonra benim de tayinim Sarıkamış’a çıkmıştı. Sarıkamış’a geldiğim gün yine nöbetçi amiriydi, yine kendimi O’nun yanında bulmuştum. Tıpkı İslahiye’de olduğu gibi. Yine odasında yine seccadesinde namaz kılmıştım. Sarıkamış’ı ve güzel ahalisini, orada kurduğu dostluklar üzerinden tanıdım. Fakir Sarıkamış halkının her zaman yardımına koştuğuna sık sık şahit oldum.
Dindar bir Müslüman olduğundan, hepimiz gibi o da çok sıkıntı çekti. Cengaver ruhlu, cesur, atılgan, gözünü budaktan esirgemeyen, şehit olmayı isteyen, birliği için gece gündüz çalışan bir subay olmasına rağmen “mürteci”, “güvenilmez (şüpheli)” kategorisine alınışına çok üzülürdü.
Çok problemli operasyon bölgelerine, problemli askerlerle gönderilmesine bile itiraz etmezdi.
Gittiği yerlerde halkın sevgisini kazanırdı. Arapça bilirdi. Operasyon bölgelerinde halkın evlerine gider, ekmeğini yer, sohbet ederdi. Arazide kurdurduğu mescit çadırında ezan ve Kur’an okuturdu. Köylüler rahatlıkla o çadırda namaz kılmaya gelirdi. Halkın kendisini hoca yerine koyarak bazı dini meseleleri sorduğunu gülerek anlatırdı.
İçten duygularla bağlı olduğu ordunun komutanlarının bir gün kendisini anlayacaklarını düşünürdü. Dindarlığın ülkemizin geleceği için elzem olduğunu, baskıların gelecekte büyük sorunlara yol açacağını, toplumsal dayanışmanın temel taşının ‘Din’ olduğunu, aziz İslâm dinini gayrimeşru ilân etmenin, ülkenin/devletin temellerini dinamitlemek olduğu, vatanseverliğin görevleri hakkıyla yapmaktan geçtiği kanaatindeydi.
Son günlerinde talep ettiği silâhın verilmemesi moralini çok bozmuştu. Tümen komutanının bir toplantıda sarf ettiği “Gericiler hamam böceği gibidir, ışığı görünce kaçacak delik ararlar” sözü hayal kırıklığının tuzu biberi olmuştu.
Dünyadaki son gününden bir gün evvel telefonla konuşmuştuk. Farklı bir ses farklı duygular içinde, bunca sene sonra ilk kez, komuta kademesinden ümidini kestiğini ilân etmiş, “Sen haklısın, bunların bize düşmanlığı bitmeyecek “ demişti.
4 Nisan 1994… Son operasyonda da en öndeymiş. Kahramanca ölmek arzusu yerine gelmiş, gözünden vurularak Hakkın rahmetine kavuşmuş. Haberi alıp askerî hastane morguna gittiğimde, yüzündeki gülümsemeye, şehadet parmağının kalkık haline şahit olmuştum… Morg görevlisi, (eksi 15) derece soğukta bile naaşın katılaşmadığından, canlı bir insanı soyar gibi kıyafetini çıkardığından bahsetmiş.
Birlikteki çantasından annesine ve eşine yazdığı ‘vasiyet mektuplar’ çıkmış. Söz konusu vasiyetler tümen komutanına okununca, Sarıkamış’ta cenaze namazının kılınmasına izin vermemiş. Askerî hastanenin bahçesinde, tümen komutanı, alay komutanları, subaylar astsubaylar, rahmetlinin Kıbrıs’ta görev yapan Albay ağabeyi ile dayısının oğlu Balıkesir milletvekili Cemal Öztaylan tabutun çıkarılmasını beklemiştik. Bir tarafa da Sarıkamış halkı yığılmıştı…
Askerler tabutu omuzlamış bahçeye çıktıklarında, vefakâr Sarıkamış halkı, “Bizim için şehit olan komutanımızın namazını kılacağız” diyerek cenazeyi askerlerin elinden aldı. Tümen komutanı alay komutanlarına bağırdı ama nafile. Cenaze, tekbirlerle Sarıkamış kaymakamlık binası ve tümen karargâhının olduğu kavşağa getirildi. Sokak ortasında cenaze namazını kıldık.
Rahmetli Bedir Binbaşının dayısının oğlu Cemal Öztaylan, orada sandalye üzerine çıktı : “Bedir Binbaşının ekmek torbasından Kur’an-ı Kerim çıktı. Torbadan Ajda Pekkan’ın fotoğrafı çıksaydı böyle bir muameleye tabi tutulmazdı. Allah şehitlerimizin cenaze namazını sokakta kılmaktan bizi kurtarsın…’ dedi. Yükselen âmin seslerine yüzlerce insanın hıçkırık ve gözyaşları karışmıştı…
Balıkesir Bandırma Hava Şehitliğinde, astsubay babası, pilot üsteğmen abisi ile birlikte yatıyor.
Hakka yürüyüşünün 26. yılında rahmetle anıyorum. Mekânı Cennet olsun!
Rahmetlinin Eşine ve Annesine Yazdığı Vasiyet- Mektuplar
Vasiyetimdir
Güzel Hanımcığım,
Şimdi ayrılık zamanıdır.
Sen genç, oğulcuklarım çok küçüksünüz. Sizi mesut ve bahtiyar etmek için çok çalıştım. Müslüman olduğum için munkarib oldum sizler de benle sıkıldınız. Ben zulüm gördüm sizler de üzüldünüz.
Elhasıl ben inanmanın diyetini ödedim. Sizler de benim rüzgârımda sürüklendiniz. İyi ettim.
İmanla dopdolu bir hayat yaşadım. Onlar beni boğmak istediler ben de onlarda ölümcül yaralar açtım. Çileli bir hayattı bu, beraber yaşadık.
Beni anladın mı bilmiyorum! Göğsümün içindeki kafesine sığmıyordu. Çok da dua aldım. Bu sebepten uzun ömür ve hayır ümidim vardır. Fakat ben kefenimi hep üzerimde his ettim. Ecel gelirse safa gelsin onunla arkadaşım ben. Yeter ki son nefeste mümin olarak göçeyim. Hak vaki olursa inşallah şehid olurum.
Sana ağlama demiyorum. Seven sevdiği için elbet ağlar. Müsterih ol. Haram lokma yemediniz. Yedirmedim. Bilmeden işlediklerimizi Allah af etsin. Çocukları hoş tut, hep tatlı sözler söyle. Namaz kılmaya teşvik et. Onlar Allah’ın izniyle hayırlı insan olurlar. Talha hırçındır ama merhametlidir. Tahir hem akıllı hem iyi huyludur. İkisinde de siyasî zekâ vardır. Devlet adamı olabilirler o yöne yöneltmeye çalış. Benim dostlarım kimlerdiyse onlarla irtibatı kesmeyin.
Ben senden razıyım, Allah da razı olsun. Allah cennet nasip ederse seni de yanıma versin. İffet, namus ve hanımefendiliğinle her zaman bir yıldızdın. Güzel yüzünü Allah nasip ederse tekrar görürüm ama dünyada ama ahiret de.
Hakkınızı helâl edin.
Evin Babası Bedir
Vasiyetimdir
Canım Anneciğim,
Her şeyimi sana borçluyum. Hep sana hizmet etmeyi, yanımda kalmanı, sana hürmet etmeyi, güzel kokunu koklamayı arzuladım. Çok az kısmet oldu. Bu dünyada sana doyamadım.
Anneciğim dünyayı sevemedim tat da alamadım. Allah’ın emir ve rızasına aykırı her şey beni rahatsız etti. Elhasıl dünya bana küstü ben de ona.
Bilmiyorum ama zan ediyorum senin dualarının bereketiyle ömrüm uzun olur. Eğer sen veya ben önce gidersek önce giden kucağını açıp beklesin. Elbette kavuşacağız. Saçından bende bir tutam var onu yanımda taşıyorum. Ölürsem Allah’ın izniyle bu kahramanca olacaktır. Saçının telleri yanımda kalsın, sakın ağlama.
Bil ki göğsümde Kur’an var. Dudaklarım da son olarak Allah’ı zikretti, gönlün müsterih olsun. İbadetlerimi zikirlerimi hep bağışladım, elimde bir şey kalmadı. Rabbimin huzuruna bomboş gidiyorum. O’nun gufranının kuşatacağını umuyorum.
Sana başka ne yazayım, evvel gidene selâm olsun.
GÖZLERİM YAŞARDI
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.