Yıllardır hep merak edip durdum. Kiatplar, CD'ler, Plaklar, Pikaplar, Fotoğraflar, Posterler, Filmler, Karikatürler, Şiirler neden yasaklanıyor? Ama oklar hep düşünceye tahammülleri olmadığını gösteriyor. Bu ne biçim dünya görüşü? Bu nasıl bir düşünce tipi ki insanlar yazdıklarını çizdiklerini okurlarıyla paylaşamıyorlar? Bir yerde okudum Başbakan bile okuduğu şiirler yüzünden hapis yattı diye. Böyle bir düşünce hiçbir yerde aramaya gerek yok sadece bizim ülkemizde var. Aslında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu düşünce özgürlüğünün tokadını yiyenlerden birisi olduğu halde neden sessiz ediyor? Birkaç gün önce bir yazı daha yazmıştım Ahmet Şık'ın kitabının basılmadan yasaklanmasına ilişkin. Biliyorsunuz ize her zaman her yerden elektronik posta mektupları geliyor. Yeni gelen bir mektup daha vardı posta kutumda SOL KÜLTÜR'den gelen bir mektup vardı. Mektubu okuduktan sonra siz Samsunlu okurlarımın da okumak istey6eceğinizi ve yorumlarınızı göndereceğinizi düşünerek düzenleyip sizlere ulaştırmaya karar verdim. Seçimlerin yoğun çalışmaları dışında değişik ve gündemde kalması gereken konulardan birisi olduğunu düşünerek SOL KÜLTÜR gazetesinden gelen mektubu sizlere satırını bile atlamadan aktarıyorum.
Fethullah Gülen, Ahmet Şık'ın cemaatin geçmişten bugüne devlet içinde örgütlenmesini anlatan "İmamın Ordusu" kitabının toplatılmasıyla ilgili açıklamasında, kendisinin "mağdur" olduğunu savundu. Oysa sadece Gülen'in geçmişte söyledikleri dahi, "böyle mağdur olur mu?" dedirtiyor. Fethullah Gülen, kendisi hakkında kitap yazan Nedim Şener'in ve kitap yazma hazırlığında olduğu kamuoyunun da soruşturma sürecinde yaşananlar yoluyla haberdar olduğu Ahmet Şık'ın Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanmaları ile başlayan süreçte çok yoğun tepkiler gelişmeye başlayınca, avukatı aracılığıyla bir açıklama yayınladı. Gülen, dün yaptığı açıklamasında "mağdur" edildiğini ifade ederken, kendisi hakkında cemaatine yakın kişilerin yazdıkları dışındaki tüm kitapların "psikolojik harekât mahsûlu" olduğunu iddia etti. "Bu kitaplardaki iddialar, Yargıtay'ın da oy birliğiyle tasdik ettiği beraatim ile neticelenen mahkemede ileri sürülen iddialardan farklı değildi. Hatta bu kitaplar dava dosyasına da eklenmiş ve içerikleri iddianameye konulmuştu" diyen Gülen, bugünkü "mağduriyet"ini de, 2000 yılında hakkında açılan davada beraat ettiğini hatırlatarak açıklarken, kendisi hakkında gerçekleri yazmış ve yazmaya kalkışacak herkese de aba altından sopa göstermiş oldu.
Fethullah Gülen'in semirdiği iki önemli dönem: 12 Eylül ve 28 Şubat
Fakat savunma hattını 28 Şubat sürecine kuran Gülen'in, hakkında o dönemde açılan davadan beraat etmesi sonrasında da, başında olduğu cemaatin siyasi ve ekonomik faaliyetleriyle ilgili, aralarında cemaatinden ayrılmış kişilerin de bulunduğu sayısız tanığa, nesnel kanıtlara dayandırılan yazı ve kitaplar yayınlandı. 1970'lerden bugüne devasa bir ekonomik güce, Türkiye'de devletin pek çok önemli kurumunda geniş bir örgütlenmeye ulaşan cemaatin, aslında en çok da 12 Eylül darbesi sonrası atılım yapması ve 28 Şubat döneminde ise dinci yapılanmalarla mücadele görüntüsü verilse de düzenin kendini yeniden yapılandırdığı bu süreçten güçlenerek çıkan tek cemaat olması, devlet yapılanması içinde ulaştığı güç, mağdur edilmenin aksine beslendiğine ilişkin en önemli olgulardı.
Fethullah Gülen ve 12 Eylül hakkında bir haberimiz için:Fethullah Gülen mazoşist mi?
Ergenekon operasyonu boyunca darbe karşıtlığı kılığıyla endam eden yandaş basının "12 Eylül darbesi mağduru" ilan ettiği Fethullah Gülen, 3 Temmuz 1995'te TRT'deki "Ateş Hattı" programında Reha Muhtar'a, 12 Eylül'de aslında nasıl kayırıldığını, asla darbenin hedeflerinden biri olmadığını şu sözlerle ifade ediyordu:
Reha Muhtar- ... Siz askeri yönetim döneminde bile yıllarca Türkiye'deymişsiniz. Hiç dışarı çıkmamışsınız. Türkiye'de kalabiliyorsunuz. Yakalanmıyorsunuz. Aranıyorsunuz. O dönemde şartlar ne olursa olsun aranıyorsunuz. Epey güçlüsünüz galiba, istemezlerse yakalayamıyorlar sizi?
Fethullah Gülen- Meselenin bir yanı şudur: Benim inançlarım açısından yakalanmama gayretimin yanında birisi tarafından sanki yakalatmama gibi bir şey de oldu. Yoksa isteselerdi yakalarlardı. Ya böyle arayanlar çok ciddi yürekten aramadılar. Eğer o işte de ihlas söz konusu ise ihlaslı aramadılar. Veya böyle ben bazen yanlarından teğet geçtim, görmedikleri de oldu. Hatta asker kışlalarına gidiyor, dostları, arkadaşları ziyaret ediyordum, askeriye beni ararken. Hatta bazı askeri kışlalarda bazı komutanlar resimlerimi bile yapıştırmışlardı.
Fethullah Gülen "mağdur" mu?
28 Şubat sonrasının ürünü AKP döneminde ise, Fethullah Gülen'in daha da etkili hale geldiği biliniyor. Hatta dünkü açıklamasında bahsini ettiği, hakkında açılmış bu davadan beraat etmesi de bizzat AKP dönemine tekabül ediyor.
Fakat Gülen cemaatinin devlet içindeki etkinliği AKP iktidarı ile başlamıyor.
Eski Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal ve Süleyman Demirel'in, eski başbakanlardan Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan, Tansu Çiller ve Bülent Ecevit'in, geçmiş hükümetlerdeki sayısız bakanın ve sayısız milletvekilinin, devlet bürokrasisinin çeşitli kademelerinin, yeşil sermayenin Fethullah Gülen ile bağları çok iyi biliniyor.
Gülen'in dava sürecinde tuhaf rastlantılar...
Belirtilmeden geçilemeyecek bir diğer önemli nokta, TMK'da yapılan ve Fethullah Gülen'in işine yarayan değişikliğin ardından, TCK ve TMK'daki yeni yasal düzenlemelerle hukuksuzluğun yeniden üretilmesidir. İlerici ve solcular hakkındaki davalar, somut deliller olmaksızın veya komik "delil"lerle açıldı. Bu konu hakkında haberlerimiz için: Che terörist, düdük suç aleti, Kitap okuma, eyleme katılma, katılanlardan uzak dur
Bu haberi okumak da suç olabilir!
Fethullah Gülen hakkındaki "laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup, bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu" suçlamasıyla Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. Maddesi'ne göre açılan dava, 21 Aralık 2000 tarihinde Bülent Ecevit'in başbakanlığındaki DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti döneminde çıkarılan ve "Rahşan affı" olarak bilinen "Şartla Salıverme ve Erteleme Yasası" uyarınca beş yıllığına ertelenmiş, "Terörle Mücadele Kanunu"nda AKP hükümeti dönemindeki 2003 tarihli bir değişiklikle de Gülen'in beraatine giden yol açılmıştı. AKP hükümetinin yaptığı ve TMK'da Gülen'in yargılandığı davayı doğrudan etkileyen değişiklik, terör örgütü tanımına "cebir ve şiddet uygulanması" şartının getirilmesiydi. Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesi'nin beraat kararına, "Gülen'in TMK'ya aykırılıktan değil, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 'cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak' hükmüne dayanarak yargılanması gerektiğini belirterek itiraz etmişti. TCK'ya göre amaçlanan suç ya da suçların işlenip işlenmemesinin önemli olmadığını belirten Yalçınkaya, amaçlanan suçun önlenmesi için cezalandırılması gerektiğini vurgulamıştı. Hukukçular ise, Fethullah Gülen'in kanuna aykırı eylemlerinin zaman aşımına uğramayacağına dikkat çekerken, Gülen'in ışık evleri, tarikat yurtları, dershaneler, devlet içinde ve medyadaki yapılanmaları üzerinden faaliyetlerinin devam ettiğini vurguluyorlardı.
Bu nasıl "gönüllü ordusu"?
Kendilerini hiçbir zaman cemaat olarak tanımlamayan, "Gönüllüler Hareketi" diye bir kılıf uyduran Fethullah Gülen cemaati, bu yolla, cemaatin para kaynaklarının, örgütlenmesinin ulaştığı boyutların ve siyasi yapıyı belirleme gücünün soruşturulamazlığını sağlamaya çalışırken, kurulan binlerce okul, dershane, yurt, hastane, şirket, basın-yayın organı, vakıf ve derneğin Gülen'den "esinlenen" kişiler tarafından işletildiğini iddia ediyor. Sadece Türkiye'yle sınırlı kalmayıp başta Gülen'in 12 yıldır yaşadığı ABD'de ve dünyanın pek çok ülkesinde özellikle okullar aracılığıyla kurulan devasa yapının hep bu "Gönüllüler Hareketi" ile açıklanması ise cemaatin yasalar karşısında örtündüğü bir zırh haline getiriliyor. Bu gücün kaynağı ise, cemaatin daha da semirdiği AKP hükümeti döneminde olduğu gibi geçmiş hükümetler döneminde de araştırılmadı.
Okullar devlet destekli
Aslında araştırılmak ne kelime, Gülen'in okulları devlet katında hep itibar gördü.
22 Ağustos 2000 tarihinde hakkında açılmış davadan ötürü ifadesi alınmak üzere Türkiye'den bir hakimin ABD'ye ayağına kadar gittiği Fethullah Gülen, kendisinden "o" diye bahsettiği ifadesinde, "Türkiye başka yerlerde kişisel olarak hiç okul kurmadı. Onun adına da okul açılmadı ama kendisinin cesaret vermesiyle açılmış olabilir" dese de, tümüyle cemaat malı bu okullar devlet desteğiyle açıldı. Fethullah Gülen, 1990'ların başlarında, SSCB'nin çöküşü sonrası, "Türk devletlerinin yardımına koşulmasını, buralardaki insanlara maddi ve manevi açıdan el uzatılmasını ve Orta Asya'da yaşanan sıkıntıları" nı vaazlarında işlemeye başladı. Dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın, devlet başkanı sıfatıyla, yurtdışında açılması düşünülen okullar için başta Türki Cumhuriyetlerin liderleri olmak üzere yabancı ülkelere teminat verdiği, Orta Asya'dan Çin'e, ABD'den, Avustralya'ya kadar dünyanın dört bir yanında okulların açılmasındaki işlevi biliniyor. Yeni yüzyıl gazetesinde 1998 yılında yayınlanan "Fethullah Gülen ve Türk Okulları" adlı bir yazı dizisinde de, Turgut Özal'ın 1993'de ölümünden önce çıktığı son ziyaretin Orta Asya ülkelerine olduğu ve sadece Fethullah Gülen okullarına destek için düzenlendiği belirtiliyordu. Özal'ın bu girişimlerini, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğunda Süleyman Demirel devam ettirdi. Fethullah Gülen'in "mağdur" edildiğini iddia ettiği 28 Şubat döneminin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1990'lı yıllarda Kafkaslar ve Orta Asya'daki Türki Cumhuriyetlerin cumhurbaşkanlarına bu okulların açılması için referans mektupları yazdı.
"Mağdur" Gülen'in, "cemaat devlete alternatif mi" sorusuna ilginç cevabı...
Fethullah Gülen'e ait tr.fgulen.com sitesinde yer alan, 14.11.2005 tarihli, "Bu hareket devlete alternatif mi?" başlıklı yazıdaki cemaat okullarıyla ilgili şu bölüm, Fethullah Gülen'i "mağdur" edenlerin, sadece, gerçeklerin peşinde olanlar olduğunu gayet iyi belgeliyor:
Merhum Turgut Özal belki yirmi yere mektup yazdı, devletin zirvesindeki bir insan. Başbakanken bunu yaptığı gibi, cumhurbaşkanıyken de bunu yaptı. Hatta son seyahatinde, geçende kendisine yakın olanlardan bir tanesi ifade etti, 'Benim yanımda, bir devlet başkanına 'ben bu işin kefiliyim' dedi.' şeklinde konuştu. Şimdi devletin başındaki, zirvesindeki bir insan 'ben bu işin kefiliyim, ben bu işin arkasındayım, bir sorumluluğu varsa bu meselenin bana râcîdir' diyorsa, o zaman devlet kim? Devlet ona sahip çıkıyor. Devlet kendisine alternatife mi sahip çıkıyor? Sayın Süleyman Demirel'in bu konudaki imzasız gördüğüm mektupları belki yirmi taneydi. Benim görmediklerim belki kırk tane vardır. Kırk tane devlet başkanına selahiyetle mektup yazıyor. Bazılarına da imza atıyor, diyor ki 'üstünü doldurun nasıl istiyorsanız, götürün.' Bu yiğitçe bir tavırdır. Bunu alkışlamak lazım. Başbakanken yapıyor bunu... Süleyman bey, Çankaya'ya çıktığı zaman da bunu yapıyor, sahip çıkıyor.
Destek, "uluslararası"...
Anılarını "İhtilallerin ve Anarşinin Yakın Tanığı" adıyla kitap halinde yayımlayan eski istihbaratçı Osman Nuri Gündeş, Fethullah Gülen okullarında öğretmen kılığında CIA ajanlarının çalıştığını yazdı. Komünizmle Mücadele Derneği'nden yola çıkan Fethullah Gülen'in, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki ülkelere öncelik verdiğini hatırlatan Gündeş, "sonra CIA, cemaatin faaliyetlerini Rusya'ya yönlendirdi" diyordu.
Gündeş, bu iş birliğinin, Türkiye'de yapılan üst düzey resmi bir toplantı hakkında şu satırlara yer veriyordu:
Bu toplantıda Özbekistan'da 18 okul açmış bir şirket sahibi okullardan bahsederken 'Fethullahçılara ait okullar' dedi; Türk Milli Eğitimi buna seyirci kaldı. Bu arada okulların müdürü, Amerika'nın Özbekistan'daki bir uygulamasını dile getirdi:
"ABD, 'dostluk köprüsü' adı altında getirdikleri 70 kişilik öğretmen grubuna diplomatik statü kazandırmış. Özbekistan'da diplomatik pasaportla bulunan ABD'li öğretmenlerin çoğu, Gülen cemaatinin okullarında çalışmaktadır. 'İngilizce dil öğretmeni' olarak gözükmekte iseler de esasen Amerikan Gizli Servisi'nin güdümünde görev yaptıkları ve çalıştıkları ülkelerde Pentagon'da üretilen Amerikan politikalarının uygulamasının baş ajanları görevlerini sürdürmektedirler. Onların İngilizce hocalığı sadece maske görevleridir. Örneğin Kırgızistan'da da 60 kadar Amerikalı 'öğretmen' vardır."
Gündeş, ev sahipliğini Milli Eğitim Bakanlığı Yurt Dışı Eğitim-Öğretim Genel Müdürlüğü'nün yaptığı, "Yurtdışında açılan Türk okullarının sorunları" konulu bu toplantıda, başta Milli Eğitim Bakanı olmak üzere bakanlığın bütün üst düzey bürokratlarının ve Başbakanlıktan, MİT'ten, Dışişleri Bakanlığı'ndan temsilcilerin bulunduğunu, toplantının ve konuşmaların içeriğinin, devletin resmi olarak yayınladığı bir kitapla da belgelendiğini kayıt düşüyordu.
Bir Cumhurbaşkanı... Bir mektup... Bir "gazete"...
Fethullah Gülen'in, dünkü açıklamasında, 28 Şubat döneminde ortaya saçıldığını söylediği ve "asılsız iddialar" dediği olayların bir örneğini, aradan yıllar geçtikten sonra bizzat kendi sitesinde doğruluyordu. Fethullah Gülen'e ait tr.fgulen.com sitesinde 17 Nisan 2008 tarihli ve "Merhum Turgut Özal" başlıklı bir yazıda yer alan bir mektup, ilk kez, 22 Haziran 1999 tarihinde Hürriyet'te çıkan "Onlar da desteklemiş" başlıklı bir haberde yayımlanmıştı.Söz konusu mektup, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından 10 Kasım 1992 tarihinde Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'e hitaben yazılmıştı. Mektup, "Gönüllüler Hareketi"nin basın alanındaki üyesi Zaman'ın da bizzat devlet katında korunup kollandığını gösteriyordu:
Sevgili karındaşım.
...Ekim 1992 ayı sonunda Ankara'da yapılan ve çok başarılı geçen zirve, ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için gerekli siyasi iradenin mevcudiyetini bir kez daha ortaya koymuştur.
Bu gelişmelere paralel olarak, çok sayıda Türk müteşebbis ülkenize gelmekte ve hemen her konuda yatırım imkanlarını araştırmaktadır. Türk basın sektöründe önemli bir yere sahip olan Zaman Gazetesi'nin Bölge Müdürü, şahsen tanıdığım Ali Bayram, Zaman Gazetesi ve televizyonu konularında işbirliği imkanlarını araştırmak üzere Kazakistan'a gelecektir. Kendisine gerekli kolaylığı göstererek, yardımlarınızı esirgemeyeceğinizden eminim.
Zaman Gülen'in değilse, bu sansür niye?
Zaman gazetesinin cemaatin örgütlenmesine ve siyaseti ve kamuoyunu şekillendirmeye yönelik işlevi çok iyi biliniyor. En son örneğini dün verdiği gibi, Zaman gazetesi, sansürcülüğün de, "ifade özgürlüğü" nü hiçe saymanın da alâsını yapıyor. Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan ve Fethullah Gülen ve ordusu hakkında bir kitap hazırlığında olduğu bu süreçte öğrenilen Ahmet Şık'ın kitap taslağının imha edilmesi, taslağı elinde bulundurup teslim etmeyenlerin "Ergenekon'a yardım" ile suçlanacaklarının ortaya çıkması, oldukça yaygın tepkilere neden oldu. Dün gece 4. Yeşilçam ödülleri dağıtımı töreninde ödüle lâyık görülen "Çoğunluk" filminin yapımcısı Sevil Demir'in, ödülü alırken, "yayımlanmamış kitapların yasaklandığı zor günleri yaşıyoruz. Sinemamızın hayatın her alanına değdiği ve dokunulmayan konulara dokunduğu bu günlerde fikir özgürlüğü üzerindeki baskıyı tedirgin edici buluyoruz. Arkadaşlarımız Ahmet Şık ve Nedim Şener'in adlarını anmak ve yanlarında olduğumuzu söylemek istiyoruz" demesi ve salonun tamamına yakınından çok büyük bir destek görmesi, Zaman'ın internet sitesinde çıkan haberde tek cümle ile bile yer alamadı. Gülen'i korumak için sansüre başvuran Zaman gazetesi, dünkü açıklamasında Ahmet Şık'ın kitap taslağının basılmaya fırsat bırakılmadan imha edilmesinde payı olmadığı iddiasıyla, "iletişim çağında her türlü yayının internet gibi vasıtalarla rahatça yapılabildiği bir zamanda herhangi bir yayının muhatap okuyucuya ulaşmadan engellenmesinin mümkün olmadığı açıktır" diyen Fethullah Gülen'in "mağduriyet" iddialarını bizzat boşa çıkardı. Evet sevgili okurlarım bu mektubu okuduktan nenden kitaplar basılmadan yasaklanıyor anlamışsınızdır? Saygılarımla..