Türkiye'mize ve Türk siyâsetine yeni bir üslûp arıyoruz. Büyüğe küçüğe, memura esnafa, paşaya âlime, herkese, makamlıya-mevkiliye ve paralıya-pulluya boyun büküp rağbet etmeden...sevmesini, saymasını, hoş görmesini, istişâre etmesini, gönül almasını, nezâket göstermesini ve her şeyden önce de 'tebessüm etmesini' bilen simâ ve simâlar arıyoruz.
Alınları kırış kırış olmuş, damarları parmak parmak çıkık, gözleri erik misâli fırlamış, dili makineli tüfek gibi her yanı yaylım ateşine tutan...değil, cevvâlliği kadar nüktedânlığı, ağırbaşlılığı, vakarı ve kararlılığı kadar mûnis; bakışında, fazîlet temâşâ edilen 'bilgeler ve gönül adamları' arıyoruz.
İsmet İnönü'yü, Celâl Bayar'ı, Adnan Menderes'i, Cemal Gürsel'i, Osman Bölükbaşı'yı, Alparslan Türkeş'i, Süleyman Demirel'i, Bülent Ecevit'i, Necmettin Erbakan'ı, Turgut Özal'ı ve daha birçok siyâsetçiyi görüp, zaman zaman, dönemlerinde, iyi veya kötü bir takım hâdiselere muhatap olmuş biri olarak, yepyeni güzelliklerle azîz Türk milletini kavuşturabilecek, ümitlendirebilecek, heveslendirebilecek, hedeflendirebilecek, kucaklaştırabilecek bir üslûp arıyoruz.
Bunun yanında, nice ceberût, zâlim ve kaatil k(ı)ralların ve devlet idârecilerinin hayât hikâyelerini, hâtıralarını okudum ve "Zulmün pâyidâr olamayacağının" ispatına şâhit oldum. Rabb'im, böylelerini, hiçbir insan neslinin başına musallat etmesin!..
Şunu söyleyebilirim ki, Osman Bölükbaşı'nın ve Süleyman Demirel'in sâde, anlaşılır ve fakat nükteli; Alparslan Türkeş'in ciddî, tesirli ve bir politikacıdan ziyâde bir ilim adamı tavrı zihnimden silinmemiştir.
Her politikacı, mutlaka bir fikir hareketinin temsilcisi olarak ortaya çıkar ve o fikri temsilen mücâdele verir. Bu verişte, "üslûp" çok önemlidir.
Çünkü 'üslûp', söz'ün tavır'la mutabakatı/uyumu'dur.
Umûmî olarak, insanın - siyâsette seçmenin- zihninde, inandırıcı kelimelerle onlara hitap edenler daha başarılı görünmektedirler.
Güleryüzlü, nükteli, ciddî, vakur siyâsetçilerle, 'sözünün eri' olanlar, iktidar olamasalar bile 'kalıcı'dırlar.
Gülen yüzleri, vakur tavırları, göz önünden gitmez; nükteleri, zihinlerden silinmez.
Sözünün eri olanlar ile, devlet malına sâhip çıkanların ise, asırlarca tesiri sürer; her zaman baş tâcı edilirler. Yâni; millî duruş'ta kararlı olanlar asla unutulmazlar.
Meselâ; bin türlü 'düşman' karşısında: "Ecdâdımın kanla aldığı toprakları benden parayla almak mı istiyorsunuz?
Ben, bir karış toprak bile satmam. Ne ile aldıysak onunla geri veririz!"
Diyen, millî karakter âbidesi Gök Sultan /Ulu Hakan'ın gibi, ve: "Hattı müdâfaa yoktur, sathı müdâfaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz."
Diye ümit saçan Millî Kahraman'ın cesûr, bilgili ve dirâyetli tavrını arıyoruz.
Nefrete en çok muhatap olanlar, 'yalan'a tevessül edenlerdir ki, onlar da o cihetten hatırlanırlar.
Demek ki, 'tebessüm etmek', büyük ve ehemmiyetli bir insânî vasıf ve meziyettir!..
Peki; tebessüm yeterli midir? Hayır!..Çünkü hem hayât ve hem de siyâset çok yönlü sözler ve tavırlar mecmûudur. Bunda, tebessüm kadar samîmiyet de önem taşır!..
Hangi zamanda, hangi mekânda bulunursak bulunalım ve hangi kişilerle muhatap olursak olalım, bu uyanıklık, bu hassasiyet ve bu temkin üzerinde olmak mecbûriyetimiz vardır.
Kâinatın Efendisi, İki Cihân Serveri, Âlemlere Rahmet Şanlı Peygamberimiz (s.a.v.), kendilerine:
"- Verecek hiçbir şeyimiz yok yâ Resûlullah!" diyenlere:
" - İnsanlara tebessüm de bir sadakadır" buyurarak, "güleryüzlü" olmanın ehemmiyetini işâret etmişlerdir.
Önce kendimizde, bilâhare bütün insanlarda ve bilhassa ilim erbâbında ve siyâset câmiasında "güleryüz" arıyoruz!
'Güleryüz'; muhabbetin, aşkın, nezâketin, zarâfetin ve itimatın hattâ adâletin de ilk numûnesi'dir.
'Güleryüz'; içten dışa doğru, samimiyetin, sevginin, tevâzûnun, hoşgörünün kökleştirdiği 'millî hâfıza'nın bir üslûp olarak nesilden nesile akışı olmalıdır.
Geleceğimiz bununla şekillenebilirse, inanıyorum ki, insanlık da bundan hisse kapacaktır.