Hak ve hakikatten, gerçek ve doğrudan yana olmak; kulluğun esaslarındandır. Doğrunun yanında olup, tarafı olduğunu ilân etmek; gerçekçi insanların işidir.
"Taraf olmayan, bertaraf olur" atasözü; konuyu anlatmak bakımından önemli arz eder. İnsan her hangi bir konuda tarafını belirler ve belirtirken; ya hesap ve menfaatlerini, ya da inanç ve değerlerini göz önünde bulundurur. Hangisi, hayatının akışında egemenlik kurmuşsa; kişinin taraf olduğu yer de ona uygun olur.
Kararsızlığın, en kötü karardan daha kötü olduğu, toplumsal kabul gören bir anlayıştır. Sözüyle özün, fiiliyle sözü ayrı olan kişi; güvensiz, ayrıca itikadi ve ameli anlamda münafık olur.
"Aleyhinize bile olsa, yalan şahitlik yapmayın" buyuran yüce Allah; inanan insanın doğrunun tarafında olmasını, bundan zararlı çıkıyor gibi bir sonuç görünse bile, yerini buna göre konumlandırmasını istemektedir.
Doğrunun tarafı ve gerçeğin temsilcisi olmak; düzgün insan için zor değildir. Hayatını, iman ve değerleri şekillendirmiş bir kimsenin yeri; doğrunun yanıdır.
İnanan insan; zorluklarla karşılaşsa bile, doğrunun tarafı olmaktan şikayetçi olmaz, aksine bunun mücadelesini vererek bedelini öder.
Doğrunun yanında, gerçeğin tarafında olmak; bir iddia ve idealdir. Hamaset ve hayâl dünyasında yaşayanların, doğrunun tarafında olması beklenemez. Doğrunun; günlük menfaati değil, değersel karşılığı ve ahiret yansıması vardır.
Yüzde doksan dokuzu müslüman olan bir toplumda; yanlışın yanında, doğrunun karşısında her hangi bir kimsenin olmaması gerekmektedir. Ancak; günlük tecrübeler gösteriyor ki, insanların doğruları izafiyet arz etmektedir.
Çıkar ve menfaate göre taraf belirlemek; inanan insanın tavrı olmamalıdır. Özellikle; gücün hakim ve belirleyici olduğu toplumlarda; hakkın ve hakikatin tarafı değil, gücün ve hesabın tarafı tercih edilir. Genellikle, beşeri sistemler; insanların güç merkezli bir toplumsal yapıya dönüşmesini sağlamaktadır.
Vahye dayalı insan zihni; günlük yaşamda da, ömürlük hesapta da, hakikati; kendine yaşam biçimi olarak tercih eder. Hiçbir menfaat; onun, doğrunun karşısında olmasını sağlayamaz. Onun, inanç değerleri; yaşamının yol haritasını da belirlemiştir. Değer yargılarının kaynağı vahyin ürünü olan insan; her zaman doğrunun ve gerçeğin tarafındadır.
Doğrunun ve gerçeğin hangisi olduğu hususunda da belirleyici unsur; ya vahyin ürünü olan değerler, ya da menfaat ve çıkarın ortaya koyacağı sonuçlardır. İnsanı yaratan, kainatın sahibi olan yüce Allah; doğrunun ne olduğunu ve bunun tarafında olup, olmamanın ortaya çıkaracağı dünyevi ve uhrevi sonuçları bildirmiştir.
İslamı din olarak tercih eden veya müslüman bir ailede doğarak bu tercihi onaylayan bir itikatdi kabulün sahibi olan müslüman; hakikâtin tarafında, gerçeğin yanında olmak zorundadır.
Bunun için; bedel ödemek gerekiyorsa ödenmelidir. Doğrunun yanında durmak için ödenen her türlü bedel; karşısında olduğu için elde edilecek menfaatten her zaman daha hayırlıdır. Doğru Allah’tan, yanlış şeytandandır.
Siyasi, ekonemik, ticari, sosyal, sendikâl, idarî alanlar gibi; insanların tercihinin sonuçlara etki ettiği yapı ve pozisyonlarda; hakikâtin yanında yer almak; dini bir sorumluluk, aksi de vebâldir. "Mü'minler birbirini kokularından tanır" buyuran Peygamberimizin bu mesajı; hakikâtin belirlenmesinde ölçü olarak benimsenmelidir.
Duruş, davranış, söz ve ahlâk dikkate alındığında; hakikâtin neresi olduğu da rahatlıkla anlaşılır. Topluma hizmet merkezli yapıların oluşması, tercihlerin hakikât merkezli yapılmasına bağlıdır. Yalan, haram, zulüm, ihanet, iki yüzlülük, sahtekârlık, düzenbazlık, çıkar ve menfaat hesaplarını yapanlar; hakikât değerlerini kendileri için kullanırlar. Bunlara dikkat etmek, bedeli ne olursa olsun hakikâtin yanında olmak gerekir. Müslüman için, bu; bir sorumluluk ve zorunluluktur.