Yeni bir yıla girmemizle birlikte sayılı nefeslerimizden bir yıl daha eksildi. Hesap gününe bir adım daha yanaştık. Rabbim bu güne kadar yaptığımız günahları affeylesin, bundan sonra da günah işlememeyi nasip eylesin. Hıristiyan âleminin Hazret-i İsa’nın doğum gününü ocak ayının ilk günü kabul etmeleri nedeniyle miladi takvim 1 Ocak tarihini yılbaşı olarak belirlemiştir. İnancımızın gereği tüm peygamberlere iman ettiğimizden Hazret-i İsa’ya da saygımız sonsuzdur ancak hangi Hazreti İsa derseniz; Hıristiyan âleminin üçlü teslis akidesi olarak kabul ettikleri Allah, Ruhülkudüs ve Meryem Ana üçlemesine değil Allah’ın kulu ve elçisi olan Hazret-i İsa’ya iman ettik. Aynı şekilde Hazret-i Musa’ya ve diğer tüm peygamberlere imanımız sonsuzdur. Allahu Teala, Kuran-ı Kerim’de “ La nüferriku beyne ehadin min Rusulih” yani; ‘Peygamberler arasında farklılık gözetmeyiz.’ buyurmaktadır. Her peygamberin Allah katında değeri birdir ancak icraatları bakımından farklı uygulamaları olmuştur. Hazret-i Musa Kelimullahtır, yani Allah’la konuşmuştur. Hazret-i İsa Ruhullahtır, yani Allah onu ruhundan yaratmıştır. Hazret-i Muhammed Habibullahtır, yani Allah’ın dostu ve çok sevdiği elçisidir.
İnsanlık âlemi yılbaşı olarak miladi takvimi esas almış ise bunun nedeni siyasi güç ve nüfuzdur. İslam âlemi hicri takvim kullandı yıllarca, Roma İmparatorluğu rumi takvim kullandı, siyasi ve ekonomik güç Hıristiyanlık âlemine geçince miladı takvim kullanımı revaçta oldu. Şayet güçlüyseniz dininizi de siyasetinizi de takviminizi de dünyaya kabul ettirirsiniz, güçlü değilseniz güçlünün yanında olmaktan başka çareniz de yoktur. İşte bugün ülkemizin dünya siyasetinde verdiği mücadele bu mücadeledir. Üç kıtaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek ekonomik gerek siyasi gücü zayıf kalınca on yedinci yüzyıldan itibaren her türlü yıkım faaliyetlerinin içerisinde olan haçlı zihniyeti adeta bayram yaptı. Balkanlardan Ortadoğu’ya, Avrupa’dan Asya’ya ne kadar güçlü olduğumuz yer vardıysa tamamında siyonizm tezgâhları sayesinde yıkım faaliyetleri yapmak suretiyle maalesef başarılı da oldular. Sadece onların uğraşları mı olayları bu noktaya getirdi derseniz; elbette ki hayır. Dışarıdan onlar, içeriden işbirlikçi hainlerinin ihanetlerine bir de saray kavgaları, İslam’dan uzaklaşan padişah ailelerinin fütursuzca harcamaları ve Batı hayranlıkları da eklenince koskoca imparatorluk yıkılmakla kalmadı, ülke de işgal altında kaldı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile birlikte yeniden toparlanma dönemine giren ülkemiz, hamdolsun eski gücüne gelememiş olsa da çok ciddi mesafe aldığı ortada. Bunu söylerken sakın siyaset yaptığımı veya iktidarı övdüğümü zannetmeyin, ülkenin bekası ve gücü gündeme gelince benim kitabımda her şey durur. Dün bir internet sitesinde Cemil Bayık mıdır nedir bilmiyorum ama teröristlerin ileri gelenlerinden birinin konuşmasını dinleyince bu yazıyı yazma gereği duydum, yoksa ben ulusal konulara çok girmem. Teröristbaşı, eskiden Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikası sadece misakı milli sınırlarını korumak üzere kurulmuş, kendi sınırlarının dışına çıkmayan, sadece ülke sınırlarını koruyan operasyonlarla sınırlı kalan politikalar üzerine kuruluydu. Ama şimdi durum çok farklı, adamlar Lozan bizim için çok fazla bir şey ifade etmiyor artık, biz sınır ötesinde de varız, sınır ötesinde ülkemize karşı kurulan tüm tezgâhlara anında müdahale ederiz, ülke güvenliğimizin gereği neyse yaparız diyorlar. Hatta ona göre gerillanın ama doğrusu terörizmin kurulduğu bölgeye kadar geçmiş durumdalar, biz bitmek üzereyiz, ne olur Avrupa ve dünya bize sahip çıksın diye feryadı figan ediyor. Ben bunu dinleyince o kadar mutlu oldum ki anlatamam. Yıllardır hasretle beklediğimiz konuşmalar bunlar. Her gün birkaç şehit haberi duymaktan bunalmıştık, hamdolsun yüzde doksanı bitmiş durumda.
Şehit deyince aklıma geldi; önceki gün bir haber sitesinde yine malum şehit ailesinin bir haberini gördüm. Şehidin annesi korona olmuş, iyileşince anında şehidin mezarının başına gitmiş. Annemize geçmiş olsun ancak bazı gazatacıların olayı anında bulup haber yapmaları veya birilerinin yaptırmış olması çok enteresan. Allah rızası için düşün şu şehidin yakasından ne olur. Şehit olduğu günden beri onu gündemde tutmaya çalışan bazı yakınlarının dertleri belli de sürekli aynı şehidin haberini yapan gazatacıların derdi ne onu anlamış değilim. Çanakkale’de şehadet şerbeti içmiş Halil Onbaşı bile bu kadar haber olmadı. Şayet o şehidi seviyorsanız gidin çoluk çocuğuna yardım edin, onlarla ilgilenin. Bırakın şehidi Rabbiyle baş başa kalsın. Buradan açık ve net söylüyorum; o şehidi sürekli gündemde tutmaya çalışanların amaçlarını çok iyi biliyorum. Gözüm üzerlerinde, bu güne kadar sabrettim ama bundan sonra her haber yapılışını gündeme taşıyacağım, toplumun neyin ne olduğunu anlaması lazım. Sanırım bu kadar yeterli, kalın sağlıcakla.