Bugün içerisinde bulunduğumuz sosyal ve manevi hayat ile geçmişte yaşadığımız sosyal ve manevi hayatı kıyaslayıp, hangisini tercih edeceğinizi sormak istiyorum. Neden bunu yazma gereği duyduğuma gelince son günlerde herkesin halinden şikâyetçi olduğunu, kimsenin mutlu olmadığını müşahede ettim. Ekonomik hayattan tutun da sosyal hayatınızdan manevi hayatımıza varıncaya dek toplumun pek çok kesiminin halinden memnun olmadığını gözlemledim. Çok değil 1970’li yıllarda bir sokakta sadece bir veya iki kişinin evinde telefon olurdu. Mahallede yaşayan komşular evinde telefonu olan komşuya gider oradan gurbette olan yakınlarını arar, haberleşir sıkıntısını giderirdi. Hiç unutmuyorum, Gürbüz Camii karşında Selvi sokakta bulunan iki katlı evimize telefon çekildiğinde sadece biz değil mahalle adeta bayram yapmıştı. Yakın komşularımız Kadir amcalar, Havva teyzeler, kasap amcanın çocukları bizim eve gelir uzaktaki akrabaları ile telefonla görüşür, ardından da bize teşekkür edip giderlerdi. Aynı şekilde uzakta bulunan akrabalarına bizim telefonumuzu verirler. Onlar bizi arayıp beş dakika sonra tekrar arayacaklarını, yakınlarına haber vermemizi isterler, biz de anında koşar komşuya haber verir, eve çağırır, yakınları ile görüşmelerini sağlardık.
Daha sonra 1978-79 Eğitim öğretim yılında ağabeyimin KTÜ’yü kazanması nedeniyle Trabzon’a taşınmak zorunda kalmıştık. Bahçecik mahallesinde ev tutup orada ikamet etmeye başlayınca bu kez biz aynı şekilde karşı binada bulunan Alaattin amcanın evine gider oradan Ankara’da bulunan merhum babacığımla telefon görüşmemizi yapardık. Her zaman Alaattin amcaya gitmeye utandığımızdan merkezde bulunan Postahaneye gidip orada telefon yazdırıp saatlerce bekledikten sonra babacığımla görüşürdük. Tabi babacığımı işyerinden arardık, şayet yerinde olmazsa not bırakıp tekrar arardık. Bu seremoni saatlerimizi alırdı. Bunca çileyi çekmiş olmamıza rağmen en ufak bir şikâyetimiz de olmazdı. Komşuluk münasebetleri o kadar güzeldi ki koskoca bir mahallede herkes birbirini tanırdı. Hastasına, düğününe, cenazesine mutlaka katılır, adeta mahalle bir aile gibiydi. Evde mutlaka misafirler için özel yataklar ayrılır, onlara kimse yatırılmaz, gelen misafirler tertemiz yataklarda yatırılır, misafir gelince evde herkes sevinirdi. Burası olayın sosyal boyutu, gelelim manevi boyutuna. İlkokulda yaz aylarında kuran kurslarına gider, İlkokul bitince de İmam Hatip okuluna başlamıştık. Liseye gelince İslami bakımdan ülkenin ve gençliğin olması gereken yer konusunda arkadaşlarımızla saatlerce tartışır, endişelerimizi dile getirir, Müslümanların nasıl iktidar olacağını konuşurduk. Ekonomik bakımdan ise ben arkadaşlarımdan çok daha şanslıydım. Allah razı olsun merhum babacığım her türlü fedakârlığı yaparak bizi okuttu. Arkadaşlarımın pek çoğu ya yatılı okurdu veya birkaç öğrenci bir araya gelerek eski binaların bodrum katlarında ev tutup geçinmeye çalışırlardı. Ama inanın huzur, güven, mutluluk bakımından bugünden çok daha iyi bir durumdaydık. Şimdi öyle kötü bir duruma geldik ki anlatamam. Bırakın her evde bir telefonu İlkokulda okuyan çocukta dahi cep telefonu var. Çocuk yaştaki insandan tutun da yaşlısına dek herkesin elinde bir telefon. Millet toplantılarda dahi sohbeti dinlemek bir yana herkesin elinde telefonu gözü de kulağı da onda.
Eskiden uzaktan gelen misafir evlerde ağırlanırdı, şimdi misafir otelde kalıyor. Ev sahibi pozisyonundaki insanlar da onların kaldığı otellere gidip onlara misafir oluyorlar. Her evde bir değil neredeyse iki araba, asgari ücretlinin dahi elinde 4-5 bin liralık telefon. Değil aynı mahallede oturanlar, aynı apartmanda oturan insanlar birbirlerini tanımıyorlar. Aynı binada oturup komşu olanlar cenazelerinden haberleri yok. Sokakta cenaze arabası olursa acaba mahallede kim öldü diye sorma gereği dahi duymuyorlar. Eskiden annelerimiz arkadaşlarına ziyarete giderler, bizleri de yanlarında götürürlerdi. Orada yenilir içilir eve gelinirdi. Şimdi bayanlar evde iş çıkmasın diye lokantalarda kafelerde günler tertip edip herkes kendi parasını ödemek kaydı ile yiyip içiyorlar. Şimdi sorarım size Allah için bugünkü hayatımız mı hayat, yoksa geçmişte yaşadığımız hayat mı hayat? Onca çileye rağmen insanlar mutluydu, huzurluydu, samimiydi. Şimdi herkes mutsuz, sanal bir âlemde yaşayıp gidiyor. Kredi kartları limit aşımına uğramış ama evde yemek yok. Herkes dışarıda yiyip içme derdinde. Gençlik öyle kötü bir durumdaki anlatamam. En muhafazakâr olduğunu söyleyenler dahi kolunda bilmem kaç liralık kol saati, vücudun sığmadığı bir gömlek, kıçlarında zıpçık gibi bir pantolon, manevi iklim hak getire. Peki, tüm bu olup bitenlerde suçlu kim derseniz, müsaade edin de onu da siz söyleyin. Her şeyi de benden beklemeyin. Âcizane tavsiyem herkes önce kendi nefsine, ailesine çeki düzen verecek ondan sonra da toplum düzelecek yoksa bu gidişle Avrupa’daki ruhsuz, maneviyatsız ve de mutsuz nesillerden farklı bir nesil kimse beklemesin. Umarım matlup hâsıl oldu, kalın sağlıcakla.
Not: Yazıyı yazdıktan sonra İlkadım Belediyesi'ne SGK'nın haciz gönderdiğini öğrendim. O bina satılıp borçlar ödenecekti. Şayet bu haber doğruysa bu SGK şimdiye kadar nerdeydi diye sormazlar mı adama? Yapmayın beyler İlkadım Belediyesi Necattin Demirtaş'ın değil, bu şehrin belediyesidir. Bu borçları ödemek de her belediye başkanının görevidir. Amaç üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi! Bırakın bu tür gerginlikleri de bu şehre hizmet eden kim olursa olsun destek verin.