HASAN UMUR'A GÖRE MİLLİ MÜCADELE'DE SAMSUN / 8
(Dünden devam)
Gelinen bu safhada, Kemal Atatürk'ün: " Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı." cümlesi çok mânâlıdır: " Bir avuç Türk " ve " bir ata yurdu" ifadesi; mes'elenin, bütün vahametini göz önüne sermeye yetiyordu.
Bütün bunlara rağmen :" O sırada Ankarada teşekkül edecek Millî hükûmetin esasını kuracak Millet Vekillerinin seçilmesi emri verildi.
(. . . ) Ankara'ya mebus seçilmesi işi, Samsun muhitinde mühim bir muhalefetle karşılandı. Bunun sebebi evvelce de arzettiğimiz gibi mutasarrıf Cevdet Bey ile Belediye reisi Ali Rıza Beyin buna aleyhtar olmalarındandı. O zaman vilâyet kadısı bulunan Nevzat Beyin mutasarrıf ve belediye reisi hattâ bazı zengin kimseler üzerinde yaptığı tesirli propagandası bu muhalefeti körükliyen âmillerden biri sayılabilirdi. Nevzat Bey bu propagandaları yalnız bu zevat üzerine değil, bizzat Müdafaayı Hukuk Heyeti azası üzerinde de yapmayı ihmal etmiyordu.
( ... ) İşte zahiren doğru görünen bu propagandalar filhakika Müdafaayı Hukuk Cemiyeti azası tarafından lâyik olduğu mukabeleyi görüyor ve istikbâline sahip olmıyan bir milletin maarifinin inkişafı da millî varlığının istilzam ettiği şekilde temin edilemeyeceği dermeyan ediliyorsa da bazı servetine merbut ve henüz mütereddit kimseler üzerinde istediği tesiri yapmaktan da hali kalmıyordu.
( ... ) Ankaradan Mustafa Kemal Paşanın tevali eden emir ve ısrarlarına dayanamıyan mutasarrıf Cevdet Bey nihayet bir gece, içine yüzü koyun yattığı bir kayıkla bir İngiliz muhribine can atarak İstanbula kaçmakla selâmeti bulmuştu.
Cevdet Beyin bu firari haberi Samsunlular ve bilhassa Müdafaayı Hukuka karşı vaziyet alan kimseler üzerinde mühim bir tesir yaptı. " ( 20 )
Hasan Umur'un, Millî Mücâdele'nin bu çetin günlerine dâir iki ibretlik hâtırasını da faydalı olacağını düşünerek naklediyorum:
" Bugünlerde idi ki merhum Hacı Molla, mutasarrıf Hamit Bey, beni görmek istediklerini söylediler. Bir cuma günü Hamit Beyi evinde ziyaret etim. Bir söz arasında " Vaızlarınızı takip ediyorum. Tuttuğunuz yolda yürüyünüz. Sizi arkanızdan bekleyen vardır; korkmayınız." dediler. Mutasarrıfın bu sözlerinden cesaretimin arttığını söylemeye lüzum yoktur. Bu cesaret verici sözleri söyleyen merhum Hamit Beyin, başka bir gün yanında idim. Metropolit ( Hıristiyan Ortodoks kilisesinde patrikten sonra, despot ve papazdan önce gelen dinî lider) vekili olan bir papas içeri girerek, mutaazzım bir tavırla mutasarrıfa hitaben " Kavaklı Ekremi öldüren Rumlar hakkında hükûmetin haksız yere takibatta bulunduğunu haber alıyorum. Bu, doğru olmasa gerektir." Bu, lâübalî ve küstahlıkla tavsif edilebilecek hareket beni çok müteessir etti.
Bu gibi hallerde yüksek hamiyetinin galeyana geleceğine inandığım Hamit Beyin bu adama haddini bildireceğini beklerken, bilâkis gayet mülâyim bir eda ile, " bakarız, anlarız " gibi sözler sarfederek, zaaf gösterdiğini hayretle gördüm. Herhalde o zamanın nezaketi icabı olacaktır.
Yine bugünlerde bir Rum mektebinde ( Amerikalılar tarafından idare edilen Rum Darüleytamı olduğunu zannediyorum ) jimnastik talimleri yapan Rum çocuklarının söylemekte oldukları şarkıları ben de dinlemiştim. Rumca bilmediğim için tabiî bir şey anlıyamıyordum. Bir gün, rumca bilen bir zabitimizden öğrendiğime göre, Rum çocuklarının söylemekte oldu şarkılar Türklük ve İslâmlık aleyhinde birçok tahkir kelimelerini ihtiva ediyormuş. Bu hususa da ayrıca üzüldüm ve bir gün camide bu hususu da bahis mevzuu ederek vatandaşları tenvire çalıştım. " ( 21 )
Bu iki hâdise bile, bir numûne olarak Samsun'un ve bütün Türkiye'nin ne vaziyette olduğunu anlatmaya kâfidir. " Papas"ların, âdetâ siyâsî ve hukukî birer temsilci gibi, zamanın idârecileri üzerinde hâkim mevkide bulunuşları, diğer taraftan, çocuklara kadar vardırılan kin tohumlarının alenen " şarkı"larla söyletilmesi, târih boyunca yaşadığımız Avrupalı-Türk çekişmesinin değil, Avrupalıların topyekûn uygulamaya çalıştıkları " Şark Meselesi"nin, Türk'ü sindirme ve yok etme p(i)lânlarının birer örneğini teşkil etmektedirler.
Bütün bu zorluklara rağmen, bu yıllarda ( 1334-1335/1918-1919 ), Müslüman Türk milletini asîlce temsil edenler; Samsun'da, herkesi kucaklayan, yâni Türk, rum veya başka millet mensuplarının çocuklarını ayırt etmeksizin herkese hizmet veren, bir " Samsun Darüleytamı" yâni Samsun yetim/ kimsesiz çocuklar yurdu/ barınağı kurmuşlardır.
Hasan Umur; Çarşamba ilçesinde şahidi olduğu hazin bir hâdiseyi de dehşetli bir üzüntü duyarak şöyle nakleder. Târihe dikkat edilince görülecektir ki, Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a henüz çıkmamıştır. Zîra; zaman, 1335 (1919)in başlarıdır. Soğuk bir hava vardır.
" Bu camideki ( Hançerli Câmii) vaızlarımın birinde yine kayda şayan gördüğüm iki askerin halini bahis mevzuu ederek teessürü mucip bir vak'ayı cemaate arzetmiştim. O da şöyle idi: 1335 ( 1919) senesinin iptidalarında bir gün Çarşamba kaza merkezinde, Yeşilırmak tarafında dolaşırken harap bir binanın civarında iki askerin mütereddit bir halde dolaştıklarını ve ahır bile olamıyacak derecede yıkık olan bu binanın kapısını aramakta olduklarını gördüm. Merak ettim. Yanlarına yanaşarak ne aradıklarını sordum. " Akşam oluyor. Yatacak bir yer bulamadık. Sahipsiz olduğunu sandığımız bu binada gecelemek istiyoruz" dediler. Hava oldukça soğuktu. Böyle bir zamanda kırda, dağda değil, bir kasabada askerlerimizin yatacak bir yer bulamadıkları anlaşılıyordu. Bir handa, bir kahvede niçin yatmadıklarını sordum. Cevaben mahzun bir tavırla paralarının olmadığını söylediler. Siz askersiniz; akşam yatar, sabahleyin kahveciye paranız olmadığını söyleseydiniz ne olurdu, dedim. Cevaben " Kahvelere girdiğimiz zaman önce para istiyorlar, sonra yer gösteriyorlar. Paramızın olmadığını söyleyince yüzümüze bile bakmıyorlar. " dediler. Bu iki askerden biri Çorumlu, diğeri İzmirli idi. Bunlar, perişan bir halde Şark cephesinden dönen askerlerdendi. Bunların barınmaları için kurulmuş bir teşkilât olmadığı gibi her nedense halkta da büyük alâkasızlık mevcuttu.
Bu iki askerin şu acıklı hali bende unutulmaz teessür doğurdu. Vakayı etraflıca cemaate hikâye ettikten sonra, vatan uğruna hayatlarını her an tehlikeye koyan, senelerce ailelerinden , sıcak yuvalarından uzak yaşıyan bu gibi, vatanın öz evlâtlarını düşünmiyenlerin vatanı olamayacağını, vatanın fedâkâr evlâtlarına karşı fedâkârlık yapamayan zenginlerin servetlerini düşmana kaptırmak tehlikesi karşısında bulunduklarını ve belki de bugün limanımızda ( o zaman Samsun limanında ecnebi harp gemileri bulunmakta idi ) toplarını bağrımıza çeviren ecnebi gemilerinin bulunmasına sebep olanlardan biri de bu gibi kayıtsızlar olduğunu müteessir bir lisanla izah ederken bir çok dinleyicilerin gözlerinden yaşlar döküldüğünü görüyordum. Hattâ o gün camide beni dinleyenler arasında bulunan Çarşambalı bir zat, " hâdise Çarşambada geçtiği için hemşehrilerim namına utandım " demişti. " ( 22 )
(Devamı yarın)