HASAN UMUR'A GÖRE MİLLİ MÜCADELE'DE SAMSUN/7
(Dünden deam)
Ev toplantıları muayyen bir yerde yapılmıyordu. Ekseriya Hacı Hayrullah zade Ömer Beyin evi olmak üzere azadan her birinin evini dolaşmak ta lüzumlu görülmekteydi. Bunun sebebi de ara sıra millî hareketlerin felâket doğuracağına kani olanlar tarafından vuku bulan tehditlerdi. Hattâ bir gün şöyle bir havadis çıktı: Falan zat limanda bulunan İngiliz harp gemilerine giderek Müdafaayı Hukuk Cemiyeti azasının isimlerini verdiği ve İngilizler tarafından bir baskın yapılarak bu azaların Malta'ya sevkolunacakları işitildi. Ve yine o sıralarda sofu geçinen ve vaziyeti idrakten âciz bulunanlardan birinin - Müdafaayı Hukuk azalarının iplerini ben çekeceğim- dediği işitildi.
( ... ) O zaman Samsun mutasarrıflığında ( Eskiden bir sancağın/vilâyetin en büyük mülkî âmiri. Burada; Samsun'un vilâyet olduğu 1924 yılı öncesi Kaymakamı ) bulunan Cevdet Bey bu teşekküle karşı aleyhtar ve soğuk davranmaktaydı. Belediye Reisi Ali Rıza Bey ve memleketin bazı zengin eşraf ve mütehayyizanı; mutasarrıfın ve ona mütemadiyen direktif verdiği anlaşılan Kadı Nevzat efendinin bu durumları karşısında Müdafaayı Hukuk Cemiyetinin zararlı bir netice verecek mânasız ve mantıksız, çocukça bir teşekkül olduğunu iddia ediyorlardı. " ( 16 )
Bu durum; bir milletin kendi vatanında esir olmayı tercih etmesinden başka ne mânâ taşıyabilirdi? Hasan Umur- Âdil Pasin'in bu düşüncelerine göre; Samsun'daki Millî Mücâdele hareketi, bütün Anadolu'yu ihâta eden endişeli bekleyişin ve hattâ korkunun yanında, büyük çapta, şahsî menfaat , vurdumduymazlık ve millî-mânevî şuûrsuzluğun birer tezâhürü idi. Samsun'u idâre eden Mutasarrıf, Belediye Başkanı ve Kadı Efendinin umursamaz ve korkak tavırları, tamamen bir teslimiyetin , boyun büküşün hattâ ihânetin işâreti olarak değerlendirilmektedir.
Hasan Umur ve Âdil Pasin'e göre; bu kişilerin, bu " iddia"da, " İsnat ettikleri mantık şuydu: Büyük müttefiklerimiz olan Almanya ve Avusturya tamamen silâhlarını teslim ettikleri İtilâf Devletleri'ne karşı silâhsız mağlûp Türkiye ne yapabilir, bu hareketler daha ziyade vatan ve milleti zarara sokmaktan başka hiç bir netice vermez, binaenaleyh öyle millete ve memlekete netice itibarile daha büyük felâket getirecek olan bu gibi hareketlerden katî surette içtinap edip büyük devletlerin ve bilhassa Amerikalıların himayesini istemek yolunu takip etmek doğru olur. Hiç olmazsa bu hâl; itilâf devletlerinin gadap ve kinlerini davet etmiyeceği cihetle millî birlikler yaparak onların kararlarına neticesiz karşı koyma hareketlerinden vazgeçilmesi mealindeydi.
Bu muhakeme zahiren mantikî görülmekte olmasına rağmen memleketin mütemadiyen işgal edilmekte olması ve bazı yerlerde Türk ve İslâm unsurlarına karşı fevkalâde zulüm ve işkence yapılması gibi hadiseler karşısında Ankaranın irşat ve tenvirlerine halkın yavaş yavaş kulak açtıkları ve her ne olursa olsun bu felâketin önüne geçecek herhangi bir harekete yardım etmek arzuları çoğalmağa başlamıştı. " ( 17 )
" Amerikalıların himâyesini" isteyen idâreciler olmasına rağmen, millî unsurlar, Samsun'da bir " miting " bile yapabilmişti. Gerçekten de, bu dönemde, böyle bir mitingin yapılabilmesi çok önemli hâdiseydi:
" Bir Şubat 1336 ( 1920 ) tarihine tesadüf eden Pazartesi günü saat 9 da bütün ticarethaneler kapatılarak Belediye önünde toplanan halk mütarekeden beri türlü türlü vesilelerle her tarafta ayaklar altına alınan Müslüman hukuku, Maraş'a karşı yapılan feci haksızlık ve tecavüzler protesto edilmiş ve nutuklar verilmiştir. Bu tezahürat, vaziyetin doğurmakta olduğu felâket ve esaretin İslâm ve bilhassa Türk unsurunun maruz kalacağı fevkalâde zulüm ve felâketin halkça anlaşıldığını gösteren canlı bir delil idi. " ( 18 )
Yaşanan bu hâdiseler, bize, Mustafa Kemal'in , Nutuk'taki şu sözlerini hatırlatmaktadır:
" Diğer mühim bir noktayı da ifade etmek lâzımdır. Çarei halâs ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi düveli muazzamayı gücendirmemek esas gibi telâkki olunmakta idi. Bu devletlerden yalnız biriyle dahi başa çıkılamıyacağı vehmi, hemen bütün dimağlarda yer etmişti. Osmanlı Devletinin yanında, koskoca Almanya, Avusturya-Macaristan varken hepsini birden mağlûbeden, yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, tekrar anlarla husumete müncer olabilecek vaziyetler almaktan daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.
Bu zihniyette olan yalnız avam değildi; bilhassa havas denilen insanlar böyle düşünüyordu.
O hâlde çarei halâs ararken iki şey mevzuubahis olmayacaktı. Bir defa İtilâf Devletlerine karşı vaz'ı husumet alınmıyacaktı ve padişah ve halifeye canla başla merbut ve sadık kalmak şartı esasi olacaktı.
Şimdi, Efendiler, müsaade buyurursanız, size bir sual sorayım, bu vaziyet ve şerait karşısında halâs için, nasıl bir karar varidi hâtır olabilirdi?
İzah ettiğim malûmat ve müşahedata göre üç nevi karar ortaya atılmıştı:
Birincisi, İngiltere himayesini talebetmek.
İkincisi, Amerika mandasını talebetmek.
Bu iki nevi karar sahipleri, Osmanlı Devletinin bir kül halinde muhafazasını düşünenlerdir. Osmanlı memalikinin muhtelif devletler beyninde taksiminden ise kül halinde, bir devletin tahtı himayesinde bulundurmayı tercih edenlerdir.
Üçüncü karar: mahallî halâs çarelerine mâtuftur. Meselâ; bazı mıntıkalar, kendilerinin Osmanlı Devletinden fekkedileceği nazariyesine karşı ondan ayrılmamak tedbirlerine tevessül ediyor. Bazı mıntakalar da, Osmanlı Devletinin imhâ ve Osmanlı memleketlerinin taksim olunacağını emrivaki kabul ederek kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar.
Bu üç nevi kararın esbabı mucibesi vermiş olduğum izahat meyanında mevcuttur.
Efendiler, ben, bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü, bu kararların istinadettiği bütün deliller ve mantıklar çürüktü, esassız idi. Hakikati halde, içinde bulunduğumuz tarihte, Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele, bunun da taksimini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun istiklâli, padişah, halife, hükümet, bunları hepsi medlûlü kalmamış birtakım bimana elfazdan ibaretti.
Nenin ve kimin masuniyeti için kimden ve ne muavenet talebolunmak isteniyordu?
O halde ciddî ve hakikî karar ne olabilirdi?
Efendiler, bu vaziyet karısında bir tek karar vardı. O da hâkimiyeti milliyeye müstenit, bilâkaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek!" ( 19 )
(Devamı yarın)