Evet Orhan Gencebay'ın şarkı sözlerinden. Sanırım 20 yıldan fazla zaman geçmiştir bu sözlerin yazıldığı günlerden bu yana. Şarkı "hatasız kul olmaz" diyerek başlıyordu.
Hatasız kul olur mu? Sanırım olmaz. En azından benim böyle biriyle tanışma tecrübem hiç olmadı. Hataların dereceleri, yapılma sıklıkları, sonrasında pişmanlık duyulup duyulmaması ve tabi ki yapılan hatanın zarar verdiği insan sayısı, hatanın bizim için ya da toplum için önem derecesini değiştiriyor. Bazen kabahat, bazense suç oluyor hatalar. Tabii burada sosyolojik analizler yapamayacağım ama, en azından içinde yaşadığımız toplumumuzun vesikalık bir resmini çekme şansımız olabilir.
Özellikle sevdiğimiz insanlar, bazen bize karşı hata yaptıklarında ve bizi kırdıklarında sanırım ilk tepkimiz; "dur bakalım ben bunun hatasının altındaki nedenlere bir bakayım" olmaz ve bu çok da anormal bir durum değildir. Çünkü ilk tepkiler genellikle "refleks" halinde ortaya çıkar. Kızarız, bağırırız, küseriz, içimize kapanırız ya da sevdiğimiz başka insanlara durumu anlatarak hem onların da bakış açısını isteriz hem de anlatmanın rahatlatma özelliğinden yararlanmış oluruz. Benim de üzerinde durmak istediğim şey hatalarımız ve nedenleri değil, hatalardan sonraki tavrımız.
Genellikle iki tür tavır geliştiriyoruz sanırım bir hatayla karşılaşınca. Affediyoruz veya cezalandırıyoruz. Özellikle sevdiğimizin kafamıza attığı bir gülle yaralanmışsak, sevgimizin durumuna göre hatayı geri plana itebiliyoruz. Bu durumda karşımızdakine hata yaptığını da belirtmemiz gerekiyor ki, yaptığını sürekli hale getirmemesine yardımcı olalım. Tabi ikili ilişkilerde, arkadaşlık ilişkilerinde hatalar genellikle kötü niyetle yapılmaz. Ya da en azından asıl amaç, size zarar vermek değildir (ama genellikle verir). Affedemeyecek durumdaysak veya affetmek istemiyorsak, artık cezalandırmamız gerekiyordur. Bu durumda karşımızdakinin bize karşı hislerine göre binbir çeşit ceza yöntemi bulunur sanırım ama, herhalde en kötüsü kendimizden mahrum bırakmaktır. Umrundaysa çok acı çeker tabi ama, bu durumda da acının fazla uzun sürmesinin bizi acıya karşı duyarsızlaştırdığını da bilmek gerekir.
Bir de sayıca daha çok insana zarar veren hatalar vardır ve genellikle suç kapsamında değerlendirilirler. İnsanlarımızın büyük acılar çekmesine sebep olan deprem felaketleriyle sarsılmış bir toplum olarak acılarımız ve gözyaşlarımız biraz olsun etkilerini azalttığında her normal insan gibi böyle şeylerin bir daha olmaması gerektiğini düşündük ve sebeplerini konuşmaya başladık. Hatırlarsınız o zamanlar her evde bir deprem uzmanı dahi yetişiyordu. Sonuçta binalarımızın sağlam olmamasının bu kadar çok sayıda can kaybına neden olduğunu anladık. Ve sonra ne oldu?
Sonra suçluyu, yani hatayı yapan kişileri, aradık ve bulduk ve çok doğal olarak hatalarının karşılığında bazı cezalar aldılar. Hatta bazıları, cezaya dahil olmayan ama, toplumsal ceza sayılabilecek şekilde herkesin bildiği simalar haline geldi. Şimdi artık ülkemizde yapılan hiçbir binanın böylesi sarsıntılarla yıkılamayacağına inanıyoruz. İnanıyor muyuz acaba?
İnanç çok kişisel bir mesele olduğu için bu sorunun cevabını bilemiyorum ama, bugünlerde televizyonlarda yeniden görmeye başladığımız uzmanlarımızın (ki gerçekten uzmanlar ve bu konuda oldukça yoğun emek harcayan kişiler) aktardığı bilgiler gösteriyor ki; durum, pek iç açıcı değil.
Yapılan çok ciddi hatalar olduğu aşikar. Peki suçluları bulduğumuz halde; hatalar, neden devam ediyor!..
Bu yaşananların, sadece deprem ve sonrasıyla değil, toplumumuzda gündeme oturmuş birçok suçta da benzer şekilde işleyen bir yapısı olduğunu biliyoruz. Bu noktada sanırım bakış açımızda bir problem olduğunu düşünebiliriz. Hatayı yapan insanların televizyondaki görüntüleri bazen o kadar çok gösteriliyor ki hatanın ne olduğundan çok o kişiyle uğraşmaya başlıyoruz. Dünyadaki bütün kötülüklerin baş sorumlusunu bulmuş gibi bir hale bürünüyoruz. İlk birkaç hafta bütün haber bültenlerinin baş konuğu (isteksiz konuk) olarak o kişiyi veya kişileri görüyoruz (bazen akrabalarımızı görmüyoruz o kadar). Oysa, hiçbir hatanın durup dururken ortaya çıkmadığını mutlaka sebepleri olduğunu biliyoruz. Buna rağmen, aynı hata birçok başka kişi tarafından da yapılsa sanırım bir kişiye odaklanmak hem daha kolay oluyor hem de bütün suçları üzerine yükleyip dağdan yuvarlanan bir keçinin arkasından gelen rahatlamaya ihtiyaç duyuyoruz.
Fakat hatalar (kabahatlar, günahlar,suçlar) ne itiraf etmekle ne cezalandırılmakla ne de affedilmekle puffff diye ortadan kalkmıyor. Kişisel ilişkilerimizde nasıl davranacağımız elbette kendi kişiliğimizle, bakış açımızla ilgili bir problem; ve hatayı yapan kişinin pişmanlıkları, özür dilemesi ve bizim bir daha yapmayacağına dair olan inancımızla ilgili bir durum.
Kişisel olmayan şey, hiçbir hatanın saf bir özgünlük taşımaması gerçeğidir. Bir dili öğrenirken sık sık bir yerde hata yapıyorsanız emin olun o hatayı sizinle birlikte yapan bir sürü kişi vardır. Teknolojik bir aleti kullanırken yaptığınız hatayı birçok başka insan da yapmıştır. Aynı şey, bilinçli yapılan hatalar için de geçerlidir ( hata kelimesinin sözlük tanımına takılmıyorum).
Pencereniz açık yatıyorsunuz. Tam uykunun en tatlı yerinde ( piyangodan para çıkmış ve siz onu ihtiyacı olanlara verirken) vızzzz, bir sinek uyandırıyor sizi. Sinirle kalkıyorsunuz yataktan. Arıyorsunuz ama, yok. Uykuya (para dağıtmaya) devam ederken bir daha uyandırıyor sizi. Kalkıyorsunuz inatla arıyorsunuz ve buluyorsunuz bu sefer. Susturuyorsunuz sineği ve derin bir oh çekip yatıyorsunuz. Vızzzzz... Olamaz, diye fırlıyorsunuz yataktan ve aynı şeyler bir daha yaşanıyor. Kalkıp şu pencereyi bir kapatsanız sorun kalmayacak aslında.
Son olarak kişisel ilişkilerimizle ilgili Orhan Gencebay'a kulak verelim. "Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni / Dermansız dert olmaz, dermana sal beni / Kaybettim kendimi, ne olur bul beni / Yoruldum halim yok, sen gel de al beni....." Bazen sevdiklerimizi hatalarından krutarmak için onları gidip almamız gerekiyor.