Ölüm, hayat/yaşam dediğimiz yürüyüşün sonunda çıkar karşımıza. Eğer biz, erken bir ölüm düşlemez ve bunu gerçekleştirmezsek, varırız ona, ölüme… Kaçınılmaz sondur o…
Yaşamak, pek fanatikçe dillendirilmez. Ölümse, fanatik bir söyleme daha müsait/uygun sanki. Tüm futbol sahası inler: Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik… İnançları için ölmeyi göze alır insanlar. Ve kaçınılmaz olarak, ölebilmenin neticesinde yani, öldürmeyi de… “Vatan sana canım feda”dır mesela.
Sevgilisine, “ senin için ölürüm” , der âşık… Sevgilisi için ölebileceğine göre, sevgilisi için öldürebilir de. Hatta yine sırf sevgisinden, sevgilisini de öldürebilir: Ya benimsin ya toprağın…
Hangisi daha kolaydır, yıllardır anlayamamışımdır, karar verememişimdir: Bir şey için ölmek mi, yoksa o şey için yaşamak mı daha kolay ya da daha akılcıdır? Ölmeyi göze almak için, hayatta olmak gerekmiyor mu? Aslolan hayattır…
Çocuklar için kurulan Hrıstiyan kampını yöneten papaz, İncil için hayatlarını fedaya hazır bir nesil yetiştirmek istiyormuş. Fark etmiyor, hangi görüş olursa olsun, bağlısından, en önce, “ölebilmesini “ istiyor. Oysa görüşler, dünyayı anlamlı kılan yaşam bağlarıdır ve kişiyi yaşatmaya yöneliktir. Hele kutsal kitaplar çerçevesinde oluşan tarz, başlı başına bir yaşama biçimidir. Ölme biçimini de tarif eder, bizzat hayatın içinde… Son gün gelmeden, ona hazırlanma yöntemlerini verir. Temiz bir ölüm için, temiz bir hayat önerir kişiye. Böyle bir vasat kurması beklenen ideolojileri, tersinden okumayla, birer “uğruna ölme” söylemine dönüştürmek, kendi içinde sakatlık barındıran yanlış çıkarsamalardır.
Aşk için yaşamaktır hanemize düşen. Vatan için yaşamaktır. Öylesine bir yaşamak ki ancak o, uğruna yaşamak yani, uğruna ölebilmeyi anlamlı kılar… Yaşamayı beceremediğiniz bir şey için ölemezsiniz. Sakat bir mantıkla, o şey için, evvel emirde ölmeyi düşünmek, denize, yüzmeyi öğrenmek niyetiyle değil de boğulmak için girmek kadar “saçma”dır. Deniz kenarında toplanmış, yüzme kursu öğrencilerinin, hep bir ağızdan: “Boğulmaya, boğulmaya geldik”, diye bağırdıklarını hayal edebiliyor musunuz?
Bağlısına, ölebilmeyi aşılayan görüş, ancak fanatik yetiştirir. Fanatik olmak, mantığın dumura uğramasıdır. Her şeye kapanmak, karşıdakiyle her köprüyü atmaktır. Düşünsel gidiş gelişler olmayınca da karşıdakini düşman bellemek kolaylaşır. Gol yiyemeyiz yani. Yoksa harp başlar ve maç seyredip eğlenmeye değil de “ölmeye” gelmiş bu “kitle” hakkını savunur(!) Zira tümü de “ölmeye” gelmiştir… Bu vatan için ölünmelidir. Ve zaten hem içimiz, hem dışımız düşman kaynamaktadır. Düşünülmez ki vatanı için yaşamayı becerebilen, bu topraklara bir şeyler katabilen, daha şerefli bir ölüm biriktirir yaşamında.
O papaz ve onun benzerleri, “uğruna yaşanılabilecek” bir sunumda bulunmazlarsa insanlarına, dünya bir kan gölü olmaya devam edecektir. Çünkü bir şey için ölmek üzere yetiştirilen, karşısındakini “mutlak düşmanı” olarak görür. Bu düşmanlara, kendi aile bireylerini bile ekleyebilir, böylesine sakat bir kafa…
Dünyayı kanatan, yaşamasını öğrenememiş bireylerin varlığıdır. Ne kendi başına, ne de başkasıyla yaşamasını…