Sevgili okurlar, sözde barış süreci yada kimilerine göre kürt sorunu olarak adlandırdıkları mesele ile Suriye sorunu özellikle iktidar yanlısı yazılı ve görsel medyanın yönlendirmesi ile farklı olaylarmış gibi birbirinden bağımsız tartışılmaya çalışıyorlar.
Bu durum yazılı ve görsel basını takip eden toplumumuzda kafa karışıklığı yaratmaktadır. Çünkü; gerek sözde barış sürecini gerekse Suriye meselesini birbirinden ayrı olarak değerlendirerek tartışmak, en hafif tabirle, cehalet ve ahmaklıktan başka bir şey değildir.
Son 60 günü gözden geçirdiğimizde, ABD Dış işleri bakanı 3 kez ülkemize geldi. ABD başkanı İsrail'i ziyaret etti ve İsrail Başbakanı, Başbakanımızı arayarak öldürülen 9 Türk vatandaşı için özür diledi. Sözde barış süreci başladı. Terörist Murat Karayılan ve BDP Akil adamlar komisyonu fikrini ortaya attı. AKP hükümeti heyetleri oluşturdu. Sayın Başbakanımız her fırsatta Suriye söylemini sertleştirerek sürdürdü. Petriod'lar Ülkemize getirilerek gerekli olduğu düşünülen yerlere yerleştirildi. Bu arada İran, ülkemizi sert şekilde eleştirmeyi sürdürdü. ABD, silah da dahil olmak üzere, Suriye muhalefetine verdiği desteğe rağmen başarı sağlayamadı. İsrail'in özür dilemesi sonrası AKP hükümeti, siyasi zafer havası estirmiş, ancak olayın İsrail'in Suriye'ye saldırmak için Türkiye ile ABD aracılığıyla arayı düzettiği ortaya çıkmıştır. Bu gün İsrail füze saldırılarını sürdürmektedir. Batılı güçler ve ABD, PKK'lıları geçici süre ile PYD saflarında Suriye'deki iç savaşa dahil edip Esad rejimini devirmeyi hedeflemekte ve sonra Suriye'de işleri bittiğinde bu militanları, PJAK çatısı altında İran'ı parçalamak üzere kullanacaklardır. Bu işler tamamlandığında PKK'lı bu teröristler bir bahane üretilerek tekrar ülkemizde kan dökmeye başlayacaklar. Dolayısıyla AKP'nin barış süreci tamda bu noktada ömrünü tamamlayacaktır. İşte bu nedenlerden ötürü, adına ne süreci derseniz deyin, bölgedeki Suriye ve İran'ın durumundan ayrı olarak süreci tartışmak, uzağı görmek için dürbüne tersten bakmaktan farksızdır.
Başta ABD olmak üzere batılı devletlerin kendi sınırları ve kırmızı çizgileri yüzlerce yıldır bellidir. İsrail hariç olmak üzere, Cebeli Tarık boğazının güneyi ve Batı Trakya'dan sonra yaşayanlara potansiyel terörist gözüyle bakmaktadırlar. Batı için maddi bir çıkarı yok ise, buralarda yaşayan insanların gözlerinde ve vicdanlarında en ufak bir değeri yoktur. Ben, bizi böyle gördükleri için onlara kızamıyorum fakat yüzlerce yıldır hep aynı senaryoyu sergiledikleri halde kendilerine her zaman ülkeyi yönetenlerden yandaş bulmalarına ve de halkımızın yarıya yakının hep aynı oyunlara inanmalarına bazen tahammül edemiyorum.
İki hafta önce yazdığım köşe yazısında sözde çekilmeye ilişkin olarak; PKK nın sözde barış süreci sebebiyle silahları ile birlikte çekilmelerinin ve devletin bölgedeki güvenlik güçleri ve valilerin buna göz yummalarının gerek Anayasamız gerekse Ceza Kanunlarımız açısından suç teşkil ettiğini yazmıştım. Ayrıca Sayın Başbakanın ileride kendisine sorulacak hesaplardan aklamak için işi bölgede görev yapan valilere atmış ve çekilmeyi valilerin kontrolüne bıraktığını açıklamıştı. Bende, şayet bölgede vali olsam AKP'nin bu oyununa gelmez istifa ederdim, sayın valilerinde bunu yapmasını veya hukuka aykırı davranmamak için direnmelerini söylemiştim. Bu hafta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki en önemli şehirler olan Diyarbakır, Mardin, Bingöl, Muş, Erzurum ve Sivas valilerinin yerleri değiştirildi.
Bu değişikliklerin zamanlamasının tesadüf olduğunu düşünmek saflık olacağı kanaatindeyim. Anlaşılan AKP hükümeti bölgede tam anlamıyla iktidarları namına, kendini feda edecek Valileri buldu ki, diğer valilerimizi görevden aldı.
Şimdiden olayın hukuksuzluğunu fark ettikleri için görevden alınan valilerimize büyük geçmiş olsun derken, AKP Hükümetinin istemiyle kami-kaze yapmak için bölgeye atanan yeni valilerimize de hayırlı uçuşlar diliyorum .!
Sağlıcakla kalın ..!