HAZRET-İ MEVLÂNA HAKKINDA BÂZI YANLIŞ TESPİTLER / 1

M.Halistin Kukul

 Büyük Türk-İslâm mutasavvıfı Hazret-i Mevlâna (1207-1273) hakkında, bugüne kadar, maksatlı veya maksatsız, bilerek, bilmeyerek veyâ gizli hedefli olarak, bâzı yanlışlıklar dile getirilmiş ve getirilmektedir. Bunlardan tespit edebildiğimiz birkaçı üzerinde durmaya çalışacağız.
      a) Mevlâna, 'hümanist' değildir:
        Hazret- i Mevlâna'ya 'hümanist' demek, O'na en büyük ithâm / bühtân /  iftirâdır.  İftirâ; basit bir yakıştırma, üstü örtülecek bir tavır değildir. Olmayan bir şeyi,  o kişiye yüklemedir.  Sâdece bu da değildir. Kendindeki  'müsbet fikir ve hâl'i, kendisiyle asla münâsib olmayan ile eşleştirme hattâ ondan geride bulundurmadır. 
       Kimin, buna hakkı olabilir? O'nu, bu fikir ve hâl ile tartışmak bir yana; O'na bu vasfı  / sıfatı yüklemek  asla mümkün ve münâsib olmamalıdır. 
      Bunda da iki sebep vardır. Birincisi: Târihî hata; ikincisi ise, fikrî hatadır.
     Târihî hata şudur:  Hazret-i Mevlâna, 1207 - 1273 yılları arasında yaşamıştır.  'Hümanizm' denilen akımın kurucularından biri olan Dante Alighieri ise, 1265 yılında doğmuş ve 1321 yılında ise ölmüştür. Bu da şu demektir ki, Hazret-i Mevlâna  vefât ettiğinde, Dante, henüz sekiz yaşında bir çocuktu. 
   Yine; hümanizmin kurucularından olan Francesco Petrarca 1304 yılında doğmuş, 1374'te ölmüş ve Giovanni  Boccacio ise, 1313'te doğmuş, 1375 yılında ölmüştür. 
    Öyleyse;  bu târihî duruma göre,  Mevlâna mı takipçi olabilir, yoksa  Dante mi, Petrarca mı, Boccacio mu? 
     Hazret-i Mevlâna, kendisinin vefâtından yıllar sonra doğmuşlar'ın ve  meydana gelmiş bir fikir akımının tâkipçisi nasıl olabilir? Hz. Mevlânâ'yı bunlara bağlayan p(i)sikoloji ne vaziyettedir? Bu p(i)sikolojinin  geliştirmeye çalıştığı zihniyetin maksadının altında hangi 'tuzak' yatmaktadır? Düşünmek lâzımdır!..
     Diğer bir  husus da şudur: Bu dönemde ve bu dönemin öncesinde, Türk ve İslâm dünyâsında  öyle büyük şahsiyetler vardır ki, Hazret-i Mevlâna'yı 'hümanizm'e bağlayanların bunlardan haberleri olmamasını düşünmek  de mümkün değildir. Kimler mi?
      Meselâ;  İmâm-ı Gazalî (1058-1111), Yusuf Has Hâcib (1017?-1077) , Ahmed Yesevî (1093-1166), Kâşgarlı Mahmud (1008-1105), Hacı Bektâş-ı Velî (1281-1338), Yûnus Emre (1240-1321),  Âşık Paşa  (1272-1333), Nasreddin Hoca (1208-1284), Sâdî-i Şîrâzî (?-1291), Ferîdüddîn Attâr (?-1230)...Bunların sâdece birkaçıdır. Peki; bunların yanında, 'hümanizm' ve 'öncüleri'nin  esâmesi mi okunur?
     İkinci sebep ise; fikrî hatadır demiştik.  Hazret-i Mevlâ'yı 'hümanist' olmakla ithâm edenler, hümanizmin târifini yanlış târif ve tahlil ediyorlar. 
      Bu hususu, büyük sosyolog S. Ahmet Arvasî'nin, Size Sesleniyorum-1 adlı eserindeki  ("Hümanizm" ve "Ortaçağ" Üzerine...")  başlıklı makalesinden nakille açıklamak istiyorum.  Diyor ki: 
      "Batı kültür ve medeniyetini az-çok bilen herkes, bilir ki, "hümanizm" ve "ortaçağ" kavramlarının çok hususî mânâları vardır. Batılı fikir ve ilim adamı, "hümanizm" derken, Hıristiyan Ortaçağına ve skolastiğine karşı eski Grek ve Lâtin kültür ve medeniyetine dönüşü ve o kültür ve medeniyet temelleri üzerinde yeni bir uyanış hareketini kasdetmektedir.
     Felsefe tarihçisi Alfred Weber'e göre, Batı Dünyası'nda, Ortaçağ Kilisesi'nin baskısı ve bitmeyen zulmü, Avrupalı'nın eski Yunan ve Roma putperestliğine sığınmasına yol açmıştır ve Batılı fikir adamları bu harekete "hümanizm" adını vermişlerdir. Böylece, "...Virgilius'un ve Homeros'un dini, Hz. İsa'nın dininin yerine, neşeli Olimpos, ciddî Golghota (güya Hz. İsa'nın çarmıha gerildiğini sandıkları dağ)ın yerine geçiyordu. Yehova, Hz. İsa ve Hz. Meryem ise Jüpiter, Apollon ve Venüs oluyorlardı. Kilisenin azizleri, Yunanistan'ın ve Roma'nın tanrıları ile karışıyordu: bir kelime ile müşrikliğe (le paganisme) dönülüyordu."( A.Weber, Felsefe Tarihi, H.V.Eralp, sf.161.1949)
     "(...) Bakınız, bu konuda çağdaş sosyologlardan Prof. Carle C. Zimmerman ne diyor: "İslâm tarihi, Batı tarihinden, birçok memleketlerde, belirli  surette farklar arzettiğinden, Garp Sosyolojisindeki fikirleri İslam Dünyası'na ithal etmek son derece güçtür...Biz M.S. 600 yılından 1000 yılına kadar süren karanlık çağımızı yaşıyorken, İslâm Dünyası, altın çağında idi." (Yeni Sosyoloji Dersleri, C.C. Zimmerman, Çev: A. Kurtkan, İstanbul, Sf.5)(Bknz: S. Ahmet Arvasî, Size Sesleniyorum-1, Model Yayınları, İstanbul, 1989, sy. 349-350)
        Halbuki, Hz. Mevlâna  diyordu  ki:  "Men bende-i Kur'ân'em, eğer ki cân dârem / Men hâk-i reh-i Muhammed muhtârem / Eğer nakl  küned cüz in kes ez gûftârem / Bîzârem ez ü ve'z ân sûhen bîzârem" 
     Yâni: "Ben, sağ olduğum müddetçe Kur'ân'ın kölesiyim / Ben, Muhammed muhtârın (s.a.v.) yolunun tozuyum. / Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse/ Ben ondan da bîzârım, o sözlerden de bîzârım."
      Hümanizm'in, Türkçe'deki, insânîyetçilik, insanlık aşkı ve sevgisi, insancılık, insânîlik...gibi mânâlarına kanmamak lâzımdır. Hümanistlerin öncülerinde de, sonda gelenlerinde de  dehşetli bir İslâm düşmanlığı mevcuttur. Kaldı ki, bahsettikleri  'insanlık sevgisi', kendi  cemiyetlerinde huzuru sağlayıcı olamamıştır.  
 b) "Yine gel, yine  gel, kim olursan ol, yine de gel!" diye başlayan rubaî , Hz. Mevlâna'ya âit değildir:
      Bu rubaîyi, ben, bizzat, T. C. Kültür Bakanlığı tarafından 15-17 Aralık 2000 tarihleri arasında tertip edilen "Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni"ne sunduğum " Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sinde İnsan" konulu tebliğimde kullandım. Ve bu tebliğim, aynı yıl, Kültür Bakanlığı tarafından çıkarılan  "Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni Bildirileri" adlı kitabın 519-534'üncü sayfalarında  yayınlandı. Hattâ, oturumlardan birinde, bu rubâînin Mevlâna'ya âit olup olmadığı, kısa bir süre, söz konusu oldu. Kimse üzerinde durmayınca, vazgeçildi.
    Daha sonra, Mesnevî-hân Şefik Can, Tarih ve Düşünce Dergisi'nin ondokuzuncu Haziran 2001 tarihli sayısında, bu rubâînin Mevlâna'ya âit olmadığını ve Mesnevî'nin altı cilt olduğunu, sonradan  O'na atfedilen yedinci cildin Mevlâ'nın olmadığını ve  "Ne olursan ol yine gel.."in bu ciltte yazılı olduğunu söyler. 
        Bu hususta, 22 Şubat 2014 tarihli Fazilet Takvimi'nde şunlar yazılmaktadır: "Şiir, ilk olarak İran coğrafyasında yetişmiş iki  âlimin eserinde yer almıştır. 
     Bunlardan biri Ebû Saîd Ebu'l-Hayr'ın (Ö.1049) Divân-ı Eş'ar'ındaki rubâîleri arasında geçer. Öbürü Baba  Efal-i Kâşî'ye (Efdalüddin-i Kâşânî ) (Ö.1268)'ye atfedilir. Bu Farsça rubâîyi Harabat' ına alan Ziya Paşa da dörtlüğün yanına Baba Efdal-i Kâşî ismini yazmıştır. Bu kadar eski mâzîsi olan bir şiirin nasıl ve ne maksatla Mevlâna'ya atfedildiği, hangi çıkarlara âlet edildiği de başlıbaşına bir araştırma mevzuudur."
      Ebû Saîd Ebu'l-Hayr (967-1049), hepsinden daha önce yaşadığına göre, bu rubâînin, O'nun olması akla ve ilme daha yakındır.
      Bu hususta; Prof. Dr. Erkan Türkmen, Tarih ve Medeniyet Dergisi'nin onyedinci sayısında , rubâîde geçen  (bâz â)nın mastarının (baz amadan) olduğunu ve "tövbe etmek veya pişman olmak" demek olduğunu ifade ederek, bu rubâîyi şöyle mânâlandırır:
      "Bâz â bâz â her ân çi hestî bâz â / Ger kâfir u gebr u but-perestî bâz â/
       În dergâh-i mâ dergâh-i nevmî dî nîst / Sad bâr eger tevbe şikestî bâz â "
       Yâni: "Vazgeç(tövbe et), vazgeç, her neysen vazgeç / Eğer kâfir, mecusi, putperest isen vazgeç/
                   Bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildir / Yüz kere tövbeni bozsan da vazgeç "
     (Devamı yarın)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.