(Dünden devam)
c) Hz. Mevlâna; raks etmedi / dönmedi, ney çalmadı:
Bu mes'ele, 'semâ veyâ simâ' bahsinde geçer ve 'semâ veyâ simâ'nın ne olduğu, nasıl yapılacağı / yapılması gerekeceği hakkında bilgi verir. Bu mevzûda; İmâm-ı Gazâlî Hazretlerinin, A. Fârûk Meyân tarafından tercüme edilip 1973 yılında İstanbul'da Bedir Yayınevi tarafından neşredilen Kimyâ-yı Saâdet adlı kitabının 337 ile 353 üncü sayfaları arasında ve yine İmâm-ı Gazâlî Hazretlerinin Ahmed Serdâroğlu tarafından tercüme edilen ve 1985 yılında Bedir Yayınevi tarafından neşredilen "İhyâu' Ulûmi'd-dîn" isimli bir hazîne değerindeki eserinin ikinci cildinin 675 ile 751'inci sayfaları arasında çok geniş malûmat edinilmesi mümkündür.
Ancak; umûmî bir tariften sonra, bu bahse dönmek istiyorum: "Semâ': Bir veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz okudukları dînî, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren, şiirleri, kasîdeleri dinlemek. (Bknz. Simâ)" tir.
(Bknz: Dînî Terimler Sözlüğü, Cild:2, Türkiye Gazetesi Yayını, İstanbul. Sy. 175)
Raks'a ise:" Oynamak, dans." karşılığı verildikten sonra, şu açıklama önem arzediyor: "Tasavvuf yolları çoktur. Bunların içinde en lüzûmlusu ve en uygunu sünnete yapışan ve bid'atlerden (dinde reformlardan) kaçan büyüklerin yoludur. Bu büyükler, her sözlerinde ve her hareketlerinde, sünnete uyup da, kendilerinde hiçbir keşf, kerâmet, hâl, görüş ve ma'rifet hâsıl olmaz ise, hiç üzülmezler. Fakat bunların hepsi hâsıl olup da, sünnete uymakta gevşek davranırlarsa, bunları hiç beğenmezler. İşte bunun içindir ki, bunların yolunda simâ' ve raks yasaktır. Böyle şeylerden hâsıl olacak lezzet ve hâllere kıymet vermemişlerdir. Bundan hâsıl olan şeylere dönüp bakmamışlardır. (İmâm-ı Rabbânî)"
(Bknz: a.,g., Ansiklopedi,Sy. 127)
"Raks, eli, ayakları tempo ile oynatmak ve dans etmek demektir. (...)İhtiyarî olmayan, yani kendi elinden olmadan raksa vecd denir. Vecde gelmek, kendi elinde olmadığı için günah değildir." ( www.ehlisunnetbuyukleri.com)
Muhakkak ki, bu hususlarda temel kaynağa Kur'ân-ı Kerîm'e müracaat esas olmalıdır. A'râf sûresinin 51. âyetinde şöyle buyurulmaktadır: " O kâfirler, ki dinlerini bir eğlence ve oyun edinmişler, dünya hayatına aldanmışlardı. Onlar bugünlerine kavuşacaklarını nasıl unutmuşlar ve âyetlerimizi nasıl bilerek inkâr etmişlerse, bugün biz de onları unuturuz." ( Bknz: Kur'an-ı Kerîm Meâli ve Tefsiri, Tibyan Tefsiri, Merhum Ayıntabî Mehmed Efendi, Bugünkü Dile Çeviren ve Açıklayan: Süleyman Fâhir, Bütün Kitabevi, İstanbul 1956, sy. 379)
Yine; En'âm Sûresi'nin 70. âyetinde şöyle buyurulur: "(Yâ Muhammed!) Dinlerini bir oyuncak bir eğlence edinenleri ve dünya yaşayışına mağrur olan kimseleri kendi hâllerine bırak." ( Bknz: a.,g.,e., Sy. 339)
Hazret-i Mevlâna buyuruyor ki:
"Pes zî cân kün, vasl-ı Canan-râ taleb / Bî leb-ü gâm mîgû nâm-ı rab."
Yâni: "O hâlde, Canana kavuşmayı, cân-u gönülden iste / Dudağını oynatmadan, Rabbinin ismini kalbinden söyle."
'Zikr'i bile, 'dudağını oynatmadan' , bunu riyâ sayarak, söylemeyi nasihat eden ve "Kurân'ın kölesi" ve "Muhammed muhtarın yolunun tozuyum" diyen Hazret-i Mevlâna , nasıl olur da, yukarıdaki âyet-i kerîmelere rağmen, raks'a meyledebilir?
Bu hususta, doğrudan doğruya Hazret-i Mevlâna'yı ilgilendirmesi bakımından, İslâm âlimlerinin de önemli beyanları mevcuttur.
"Allahü teâlâ aşkı ile dolmuş, evliyânın büyüklerinden olan Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, ney veya başka hiçbir çalgı çalmadı. Mûsikî dinlemedi ve raks etmedi." (Abdülhakîm Arvâsî)"
(Bknz: a.,g.,Ansiklopedi, Sy. 127)
Yine, Seâdet-i Ebediyye adlı eserinde, M. Sıddık Gümüş, Hazreti Mevlâna için şöyle der: "Ney ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi. Bunları, sonra gelen câhiller uydurdu." (Bknz: Seâdet-i Ebediyye, Hazırlayan: M. Sıddık Gümüş, Hakikat Kitabevi, İstanbul 1986, sy. 993)
Mesnevî'de, Emîrü'l-Mü'minîn Hazret-i Ömer (r.a.) zamanında ," ihtiyar çalgıcının hikâyesi " meşhûrdur. Bülbüllerin ve onu dinleyenlerin kendilerinden geçmesine rağmen, sonunda , kocalıp, kamburu çıktıktan sonra 'tövbe' ederek kurtuluşa ermesi, bu mevzûda en bâriz ve en mühim örnektir. (Bu hususta: 1- Mesnevî ve Şerhi-1, Abdülbâki Gölpınarlı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 2000, sy. 377-392; 2- Mesnevî -i Şerîf, Mütercim: Süleyman Nahîfî, Sadeleştiren, Prof. Dr. Âmil Çelebioğlu, Timaş Yayınları, İstanbul, 2007, sy. 96-101; 3- Mesnevî, Türkçesi: Tahirü'l Mevlevî, Yayına Hazırlayan: Selahaddin Tuna, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul 2006, sy. 146-156 adlı eserlere müracaat edilebilir.)
Necip Fâzıl ise, İman Ve İslâm Atlası adlı eserinde şöyle der: "İş raksa gelince, onun ele alınabilir ve iyiye götürülebilir tarafı yoktur. Hele dinî vecde âlet edilmesinden büyük felâket tasavvur edilemez. Son zamanların turist fuarı hâline getirilen ve sırmalı terliği menzilesine indirilen Mevlevî ihtifallerinde, dinî yasağın hem İslâm zevkine, hem şeriat hiddetine, hem tarikat meşrebine, hem de başta Mevlâna Celâleddîn-i Rumî Hazretleri bulunmak üzere, Mevlevîlik hakikatine iftira şeklinde en yalçın manzarasını görüyoruz."(Bknz: Necip Fâzıl, İman ve İslâm Atlası, b.d, yayını, İstanbul 1981, sy. 246)
(Devamı yarın)