(Dünden devam)
Prof. Dr. Ramazan Ayvallı, kendisi ile yapılan bir mülâkata verdiği cevapta şöyle diyor:"Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî hazretleri de, diğer bütün İslâm âlimleri gibi, ömrünü insanlara, ebedî saâdet yolunu göstermek, onları aydınlatmakla geçirmiştir. Onu alelâde bir ozan veya düşünür sanmak, ney veya diğer çalgı âletlerini çaldığını, raks edip döndüğünü zannetmek son derece yanlıştır. O, ney, dümbelek ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Raks yâni dans etmedi. Bunlar sonradan ortaya çıkmış bid'ât (yâni uygun olmayan âdet)lerdir.
O, her şeyden önce olgun, âlim ve velî bir müslümandır. İslâmiyete uymayan şeyleri yapması düşünülemez.
(...) Mevlâna müzesinde bulunan dört adet ney, bir kemençe, iki rebab, bir tambur, bir kudüm, bir keman, iki ud ve bir çeng'in nereden, ne zaman ve nasıl geldiği tarafımızdan tesbit olunmuştur. İlk çalgı 1945 senesinde müzeye konulmuştur. Diğer çalgıların dokuz tanesi muhtelif kişiler tarafından hediye edilmiş, üç tanesi de müzeye vasiyet edilmiş olmaları sebebiyle alınmıştır. Bizde detaylı bir listesi bulunan bu çalgılar hakkında, müzedeki Envanter defterini inceleyenler de yeterli bilgiye sahip olabilirler. Bu çalgıların hiçbiri Hz. Mevlâna'ya ait değildir."
(Bknz: Hz. Mevlâna'yı Yeterince Tanıyor muyuz?, Ramazan Ayvallı ile Mülâkat: Kenan Arvas, Türkiye Gazetesi, 18 Aralık 1990)
Hazret-i Mevlâna, Mesnevî'sinde, şöyle buyurur:
"Hem de acayip bir körsün ki keskin bakışlı ve uzakları görür olduğun hâlde, deveden ancak yükü görebiliyorsun.
İnsanlık hırsının icabı ayrı ayrı görür ve bilirsin. Fakat ayı gibi maksatsız raks edersin.
Ey haris insan!Öyle bir yerde raks et ki orada kendini, yâni nefsini ve onun arzularını kırarsın ve şehvet yarası üzerinden pamuğu çıkarırsın.
Merdan-ı İlâhî, yâni; ricâlullah, raksı, meydan başında ve kendi kanları içinde ederler.
Kendi ellerinden, yâni benliklerinden kurtulunca el çırparlar, kendi noksanlıklarından halâs bulunca raks ederler.
O gibi zevatın mutribleri, içerlerinden def çalarlar; hattâ denizler onların coşkunluğundan köpük saçarlar. "
(Bknz: Mesnevî - 2, Mevlâna, Tahirü'l-Mevlevî, Yayına Hazırlayan: Selahaddin Tuna, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul 2006, Sy. 30)
Aynı eserin sonunda, "Semâ' Hakkında Hz. Pîr'in Beyânatı" başlıklı bölümde de şöyle buyuruluyor:
"Semâ'ın ne olduğunu biliyor musunuz?
- ALLAH'ın "Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?" suâline, ruh zerrelerinin, "Evet Rabbimizsin" deyişlerinin sesini duymak, kendinden geçmek, Rabbine kavuşmaktır.
Semâ'ın ne olduğunu biliyor musun?
-Dostun hâllerini görmek, lâhut perdelerinden Hakk'ın sırlarını bulmaktır.
-Semâ'ın ne olduğunu biliyor musun?
Kendindeki varlıktan geçmek, mutlak yoklukta zevalsiz, devamlı varlık tadını tatmaktır.
-Semâ'ın ne olduğunu biliyor musun?
Dostun aşk çırpıntıları önünde başını top yapıp, başsız ayaksız dosta koşmaktır.
Semâ'ın ne olduğunu biliyor umsun?
Nefs ile harbetmek, yarı kesilmiş kuş gibi toprak ve kan içinde çırpınmaktır.
Semâ'ın ne olduğunu biliyor musun?
Yâkub'un derdini ve devâsını bilmek, Yusuf'a kavuşmak korkusunu Yusuf'un gömleğinden koklamaktır.
-Semâ'ın ne olduğunu biliyor musun?
Mûsâ Peygamber'in asâsı gibi her solukta o Firavun 'ın sihirlerini yutmak, yok etmektir.
Semâ'ın ne olduğunu biliyor musun?
- "Benim, Allah ile öyle bir vaktim vardır ki, o vakitte ne Allah'a yakın bir melek, ne de bir peygamber aramıza giremez" hadîs-i şerîfinde buyurulduğu gibi SEMÂ' bir sırdır. İşte meleğin bile sığmadığı o yere vasıtasız varmaktır.
Semâ'ın ne olduğunu biliyor musun?
- Semâ', Şems-i Tebrîzi gibi gönül gözlerini açmak ve kudsî nurları görmektir."
(Bknz: a.,g.,e., Sy. 629 - 630)
İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin İhyâu' Ulûmid'd-dîn adlı eserinin ikinci cildinin "Semâ' Ve Vecd'in Âdâbı" başlıklı bölümünün "Netîce"sinde şöyle deniliyor:
"Buraya kadar verdiğimiz îzâhâttan çıkarılan netîceye göre, semâ' bâzan harâm, bâzan mübâh, bâzan mekrûh ve bâzan da müstehâb olur. Dünyâ şehvetleri gâlib olanlar ve gençlerin çoğu için harâmdır. Çünkü semâ' ancak onların gönüllerini istilâ eden şehvetlerini galeyâna getirir.
Semâı mahlûk sûretine tenzîl etmeyerek, oyun ve eğlence yolu ile âdet hâline getirerek, zamânlarının çoğunu semâ' ile geçirenler için de mekrûhtur.
Yalnız güzel sesden zevk almak için dinleyenlere de mübâhtır.
Allah sevgisi kendisine galebe çalıp iyi vasıflarını harekete geçirenler için de semâ' müstehâbtır.
Yalnız Allah'a hamdeder, Muhammed ve Âline salât u selâm ederim."
(İhyâ'u Ulûmi'd-dîn, İmâm-ı Gazâlî, Cilt-2,Tercüme eden: Ahmed Serdâroğlu, Bedir Yayınevi,İstanbul, 1985, Sy. 751)
Son söz:
"Tesavvufcuların birşeyi yapıp yapmaması, halâl veyâ harâm olmasını göstermez. Onlara bakılmaz. Yapdıklarına da, birşey demeyiz. Ma'zûr görürüz. Onların hâlini, Allahü teâlâ bilir ve bildiği gibi karşılar. Birşeyin halâl veyâ harâm olduğunu anlamak için, imâm-ı a'zam Ebû Hanifenin, imâm-ı Yûsüf Ensârînin ve imâm-ı Muhammed Şeybânînin sözlerine bakılır. Ebû Bekr-i Şiblî ve Ebül-Hüseyn Nûrî ve Cüneyd-i Bağdâdî "rahmetullahi aleyhim" gibi, tesavvuf büyüklerinin yapıp yapmadıklarına bakılmaz. Şerî'atden ve tarîkatden haberi olmıyan, ham sofular, pîrimiz böyle yapdı diye, behâne ederek, hayhuy etmeği, tegannî ve dans etmeği, din ve ibâdet hâline sokmuşlar. Bunlarla sevâb kazanıyoruz sanmışlar. Allahü teâlâ, En'âm ve A'râf sûrelerinde: "Ey sevgili Peygamberim! 'sallallahü aleyhi ve sellem' Dinlerini, ibâdetlerini, şarkı ile, mûsıkî ile, oyun ve eğlence hâline sokanlardan uzak ol! Onlar Cehenneme gideceklerdir) buyuruyor."
(Bknz: Mektûbât Tercemesi, İmâm-ı Rabbânî, Terceme eden: Hüseyn Hilmi Işık, İhlâs Vakfı Yayınları, İstanbul 1980, sy.429 - 430)