Mesnevî-hân Şefik Can (22 Haziran 1909- 24 Ocak 2005), Hazret-i Mevlânâ ile muhabbetinin başlamasını şu satırlarla anlatır:
"On bin ciltlik bir kütüphâne kurdum. Bu arada Eski Yunan ve Latin edebiyatına gönül vermiştim. Hatta, bir de Klasik Yunan Mitolojisi kitabı yazdım. Bütün bunları anlatmaktaki maksadım, Mevlânâ'ya körü körüne bağlanmadım; bütün dünya edebiyatını okudum araştırdım, hepsinin üzerinde çalıştım. Sonunda bütün bunların hepsi Mevlânâ'nın eserlerinin yanında bana çok boş ve lüzumsuz geldi."
Böylece; bir ilim erbabı, Türkçemizdeki, "Altının kıymetini sarraf bilir" atasözümüze uygun bir tespitle, kendi gönlünde, ilim ve irfan güneşi olarak Hazret-i Mevlâna'yı keşfetmiştir. Bu keşif, sâdece 'aklî' cihetten değil, gönül kapısının açıklığındaki mükemmel bir tespitle de ortaya konmuştur.
Necip Fâzıl, "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvuf" adlı eserinin girişinde şöyle diyor: "Şimdiye kadar yaptığım konuşmalar, muhtelif ana fikir aynalarında cemiyetin gösterdiği kemal ve zeval tezahürlerinin kendi teşhislerimiz zaviyesinden parça parça aksettirilmesiydi. Ama bu defaki öyle değil...Bu defaki, dâvaların dâvası...Bu defaki, temelinden, topyekûn meselemiz...En çetin ve belki yükü kaldırılmaz dâva...Onun için, Yunus'un dediği gibi "zehirle pişmiş aşı yemeye kim gelir?" diye ifadelendirebileceğimiz bu dâvaya, dünyalar arası büyük murakabe göziyle bakabiliriz."
Demek istediğim o ki, Şefik Can Hoca da, meseleye "dünyalar arası büyük murakabe göziyle " bakarak bu kanaate, netîceye veya bu başlangıca varabilmiştir.
Sultânü'l -Ulemâ (Âlimlerin Sultânı) Bahâeddin Veled Hazretleri , oğlu Muhammed Celâleddîn ile beraber hac ibâdetini ifa ettikten sonra, dönüşte Şam'a uğrar.
Orada, Şeyh-i Ekber (Muhyiddin İbnü'l Arabi) Hazretleri (1165-1240)'yle görüşür.
Şeyh-i Ekber, babası Bahâeddin Veled'in peşinden yürüyen, henüz 5-6 yaşlarındaki Muhammed Celâleddîn'e bakarak şöyle der:
" -Sübhânallah! Bir okyanus, bir denizin arkasında gidiyor! "
Küçük Cemâleddin, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî olduğu zamanlarda,yürüdüğü ana mecrâyı, rehber edindiği menbaı, bir rubâîsinde şöyle ifade eder:
"Ben sağ olduğum müddetçe Kur'ân'ın kölesiyim.
Ben Muhammed Muhtâr'ın (s.a.,v.) yolunun tozuyum.
Benim sözümden, bundan başkanı kim naklederse,
Ben ondan da bîzârım, o sözlerden de bîzârım."
Demek ki; Hazret-i Mevlâna'nın söylemediğini söylemek, beğenmediğine beğendi demek, yapmadığını yaptı diye yorumlayıp tahlil etmek kimsenin haddi ve hakkı değildir!
Mevlâna dostu, Şâir ve Yazar Feyzi Halıcı, "Mevlâna'nın Şiir Dünyası" başlıklı yazısında şöyle der: "Mevlâna şiir dolu, duygu dolu ve duyarlık dolu bir mâna âleminde dâimâ gerçek ve ilâhî aşkı aramıştır. Hasreti, vûslatı alevler içinde yanarcasına en vecîz, en güzel şekilde söylemiştir."
Prof. Dr. Ramazan Ayvallı ise, Kenan Arvas tarafından kendisi ile yapılan " Hz. Mevlâna'yı Yeterince Tanıyor muyuz?" konulu mülâkata verdiği cevapta şöyle der: " Hz. Mevlâna'nın kalbi, aşk-ı ilâhî ateşi ile yanmaya başlayınca, edebî değeri yüksek olan İslâm ahlâkının üstünlüğünü anlatan ve tasavvufda da yüksek değeri bulunan, ince bilgiler ve Allah sevgisi ile dolu "Mesnevî"sini yazmıştır.
Mesnevî'nin kıymetini en güzel ifade edenlerden biri Hindistan'ın büyük âlimlerinden Seyyid Abdullah-ı Dehlevî hazretleridir. O, şöyle buyurmuştur: " 3 kitabın eşi yoktur. Bunlar: Kur'ân-ı Kerîm, Buhâri-yi Şerîf ve Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sidir. Bu sözden, evliyâlık yolunun kemâlâtını bildiren kitapların en üstününün, Mesnevî 'yi Şerîf olduğu anlaşılıyor. Fakat bu vesîle ile şunu da ifade etmek isterim ki: "Evliyâlık ve Nübüvvet yolunun üstünlüklerini ve inceliklerini bildirmekde, derin âlim, büyük velî müceddid-i elf-i sânî (2.bin yılının yenileyicisi) İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûk-ı Serhendî (R.A.) hazretlerinin "Mektûbât-ı şerîfe"sinin eşinin olmadığını İslâm âlimleri ifade buyurmuşlardır."
Hazret-i Mevlâna'daki, bu ilâhî aşkı ifade eden bâzı numûneleri Mesnevî'den arzedelim:
* "Mesnevî'miz, vahdet dükkânıdır. Onda, Vâhid'den yâni Allah'tan başkasına yer yoktur."
* "Vahiyden olmayan söz hevâ ve hevestendir. Ahmed, neyi söylerse, hakîkatte o söz hakîkat denizidir."
* "Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyleyeyim...Asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum."
* "Aşkın şerhinde akıl çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı yine aşk şerh etti."
* " Aşk bir illettir, fakat aşk illeti, sıhhatin bile canıdır. Aşkın eziyetleri, her rahatın çektiği eziyetlerdir."
* "Bütün hastalar iyileşmeyi umarlar. Halbuki aşk hastası, derdimi artırın diye sızlanır."
* "Kimin aşka meyli yoksa,o, kanatsız bir gibidir, vah ona."
* "Aşk, mâşûka göre değişir. İlâhî veya mecâzî olur. Mecâzî aşk insanı oyalar. İlâhî aşk saâdete ulaştırır."
* "Sevgili tek olan sevgiliye derler. Gelişin de ondandır, sonuncu gidişin de ona."
* " Aşk, sayıya sığmaz, ölçüye gelmez sevgidir."
* "Aşk olmasaydı, dünya donar kalırdı."
* " Eğer insan surette insan olsaydı, Ahmed'le Ebucehil müsâvî olurdu."
* "Âşıklık, gönül iniltisinden belli olur; Gönül hastalığı gibi hiçbir hastalık yoktur."
* "Ölümsüz dirinin aşkını seç, çünkü cana canlar katan şarabı odur sana sunan. O'nun aşkını seç ki bütün Peygamberler, O'nun aşkıyla güç kuvvet buldular, işe güce koyuldular.Sen bize, o padişaha varmaya izin yok deme, kerem sahibi olanlara, işler güç değildir."
* "Allah yolunun, Allah'a ulaşma durağının bilgisini, gönül ehli, gönlüyle bilir."
* "Allah'ın rahmeti, kahrından üstündür; bu yüzdendir ki, her Peygamber, kendi zıddına, kendi düşmanına üst olmuştur."
* "İnsanoğlu, edepten nasibini almamışsa, insan değildir. Aslında, insanla hayvan arasındaki fark da edeptir.
Gözünü aç, Allah'ın Kelâmına bir bak. Bütün Kur'ân'ın mânâsı âyet âyet edepten ibârettir."
İlâhî aşk; kul'un, bütün âlemleri yaratan Allahü teâlâya samimiyetle muhabbet duyması, O'nu sevmesi, O'ndan korkması , emirlerini yerine getirmesi ve O'na ibâdet etmesidir.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki: " Gerçek aşk, Allahü teâlâyı ve O'nun sevdiklerini sevmektir."
Mes'elenin özü ve hulâsası budur!
"Kur'ân'ın kölesi" ve "Muhammed Muhtâr'ın yolunun tozu "olmak, ancak bu aşk ile mümkündür.
ÇAĞRI DERGİSİ, NİSAN 2015, Sf. 5-6